Bu nasıl bir demokratik ülke böyle
SOSYALİST Kürt aydını Kemal Burkay, 37 yıl sonra Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Sevinilecek bir gelişme olduğunu söylemeliyim. Şiddet ile hiçbir ilgisi olmamış bir aydının dönmeye karar vermiş olması eğer “Sürgün canıma tak etti” görüşünden değilse, ülkenin demokratik iklimindeki iyileşmeden olmalı.
Ama ne yazık ki böyle bir iyileşme de görünmüyor.
İsmail Beşikçi, bir dergide yazdığı yazı nedeniyle 15 aya mahkûm oldu. Yazının yayımlandığı derginin sorumlu müdürü de para cezasına çarptırıldı.
Teröre bulaşmamış, bir terör örgütünün üyesi olmamış bir aydın sırf yazdığı bir yazı nedeniyle mahkûm olduysa, orada bir demokrasinin varlığından nasıl söz edebiliriz?
14 Mart 2010 tarihinde düzenlenen Roman Çalıştayı’nda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuşurken “Parasız eğitim istiyoruz” yazılı pankart açan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer de hâlâ tutuklular. Bu süre içinde iki kez mahkemeye çıkarıldılar, üçüncü duruşma için 24 Mayıs tarihine kadar hapiste kalacaklar. O gün de serbest kalıp kalmayacaklarını kimse bilmiyor. Neresinden baksanız minimum 15 ay hapis yatmış olacaklar.
Şiddet ile alakası olmayan bir protesto gösterisinde bulunan iki genç aylardır hapiste yatıyorsa o ülkede demokrasinin varlığından nasıl söz edebiliriz?
Sorunumuzun temelini oluşturan şey sadece yasalarımızdan kaynaklanmıyor.
Sorunumuz mahkemelerin kanunları yorumlarken özgürleştirici olmak yerine özgürlükleri daraltıcı yorumları yapmaya eğilimli olması.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, BDP’li bazı belediye başkanlarının da yargılandığı KCK davasında görev yapan hâkimlerden birinin yetkilerini kaldırdı ve normal Ağır Ceza Mahkemesi’ne atadı.
Söz konusu yargıç, sanıkların isterlerse Kürtçe savunma da yapabilecekleri yönünde karşı oy kullanmıştı.
Doğal yargıç ilkesinin böyle çiğnenebildiği bir ülkede, demokratik bir hukuk devletinden söz edebilir miyiz?
Başbakan, iki sözünün birinde Türkiye’de artık “ileri demokrasi” olduğundan bahsediyor.
Vazgeçtik ilerisinden, normaline kavuşmak için ne kadar bekleyeceğiz?
Bürokraside yükselmenin ölçütü ‘yandaşlık’
GENEL seçimlerde aday olacak bürokratların istifalarına ilişkin haberleri dikkatle okumanızı öneririm.
Sadece bu liste bile Türkiye’de bürokrasinin ne hale getirildiğini gösteriyor.
Belli ki iktidar partisinin “adamı” olmak, bürokraside yükselmenin en önemli şartlarından biri haline gelmiş.
Tempo’dan Cemal Subaşı, istifa edenleri taradı ve benim için güzel bir liste yaptı.
İsimleri burada tek tek yazamayacağım, çünkü sayıları hiç de az değil.
Bakanlıkların genel müdürlerinden, onların yardımcılarından, taşra teşkilatlarının bölge müdürlerinden, konsoloslardan, savcılardan, adı “bağımsız” olan kurulların üyelerinden ve başkanlarından, emniyet görevlilerinden oluşan uzun bir liste bu!
Elbette şunu yadsımıyorum: Türkiye’de bürokraside yükselmek ve üst görevlere gelmek, siyasete geçmek için hep bir basamak olarak kullanıldı.
Bunu da bizim gibi bir ülke için normal buluyorum. Devlet tecrübesi edinmiş, önemli makamlara kadar gelmiş kişilerin bu bilgilerini siyasette memleketin hizmetine sunmak istemelerinde bir tuhaflık görmedim hiçbir zaman.
Ancak bunca yıllık gazetecilik deneyimimden sonra şunu söyleyebilirim:
Eskiden bu makamlara kadar gelmiş kişilerin sadece iktidar partilerinden değil, muhalefet partilerinden de aday olduklarını görebilirdik. Elbette sayıları iktidar partisinden siyasete girmek isteyenler kadar olmazdı ama iyi kötü bir denge de olurdu.
Bu sefer listenin tamamına yakını iktidar partisinden aday olmak istiyor.
Devlet kadrolarının siyasallaştığının bundan daha iyi bir göstergesi olabilir mi?
Önce kendi hatalarınıza bakın!
FENERBAHÇE-Gençlerbirliği maçından sonra kıyamet koptu.
Hakemin Fenerbahçe’nin ilk golündeki ofsaytı yakalayamamış olmasından hareketle, Fenerbahçe’nin bugün lig sıralamasında bulunduğu yer tamamen hakemlerin yanlış kararlarının eseriymiş gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor.
Bir Fenerbahçeli olarak yabancısı olmadığım bir tablo bu.
Ne zaman Fenerbahçe iyi sonuçlar alırsa aynı tezgâh piyasaya sürülür çünkü.
Bu sezon lig başından beri birçok hakem hatası oldu.
Verilmeyen penaltılar, kolayca verilen penaltılar, ofsayt pozisyonunun kaçırılması, çıkan ve çıkmayan sarı, kırmızı kartlar!
Bugün şampiyonluk yarışı içinde olan, o yarışın dışında kalan, küme düşmemek için mücadele eden her takım için bu hatalar yapıldı.
Fenerbahçe’nin ligdeki lider konumunu Aziz Yıldırım’ın “bu işleri iyi bilmesine bağlayan” kulüp yöneticilerine sorum ise şu: Aziz Yıldırım madem bunları biliyordu, neden iki sezon son maçta şampiyonluğun kaçmasına engel olamadı?
İzmir’deki maçta Türkiye Kupası, Fenerbahçe’nin elinden hakem kararıyla alınıp Beşiktaş’a verilirken Aziz Yıldırım neredeydi? Kupayı alıp Federasyon Başkanı’na koşan Yıldırım Demirören değil de Aziz Yıldırım olsaydı nasıl bir kıyamet kopacaktı?
Sonuç olarak söyleyeceğim şu: Fenerbahçe iyi bir takım kurdu, bunalımını atlatmış görünüyor ve belli oldu ki sezonun son maçına kadar da bu yarış sürecek.
Bu yarışın tadını çıkarmak yerine ortalığı bir çamur deryasına bulamak niye?
Takım kurarken, teknik direktör seçerken yaptığınız hataları örtmenin yolunu Fenerbahçe’nin başarısına çamur atmakta bulmayın.
Dönüp kendi yaptıklarınıza bakın!