BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan, kadınları “tuzağa düşmemeleri” için uyardı.
Tuzaktan kurtulabilmek için en az üç çocuk doğurmak gerekiyor.
Çünkü dışarılarda bir yerlerde “Türk milletinin kökünü kazımak isteyenler” var ve bunlar doğum kontrolü yöntemlerini kullanarak, sinsice amaçlarına ulaşmayı planlıyorlar.
Bu fikirler, bundan 200 sene önce dile getirilmiş olsaydı ilgi çekebilirdi. Ama ne yazık ki artık 21. yüzyıldayız ve “milliyetçiliğin” bu versiyonu bu topraklar için bile çok eski.
Biliyorsunuz aynı kişi Türkiye’yi, Avrupa Birliği’ne taşıyacağını da söylüyor.
Nüfusu 70 milyon olan ülke bile AB’de korku yaratırken, 100 milyonluk ülkeyle AB’ye nasıl girilecek, o da ayrı konu.
Bir de bu kadar “boğazı” doyurmak gibi bir sorunumuz var tabii. Ama Başbakan onun da çaresini söylüyor: “Her çocuk kendi bereketiyle gelir!”
Açlık sınırında yaşayan insanlarımız bu söz üzerine çocuklarını sopayla kovalasalar yeridir, “Nerede ulan senin bereketin” diye.
Gerçi bu konuda Başbakan’ın çocuklarının hakkını da yememek gerek. Allah sağlıklı, uzun ömür versin ailelerine yük olmadılar.
Sünnette, nişanda takılanları babalarına borç verip, iş kurmasını bile sağladılar. Okurken çok çalışıp, burs kazandılar. Gemi işine girdiler, o kadar iyi pazarlık ettiler ki koca gemiyi, kayık fiyatına alabildiler.
Allah herkese böyle çocuklar nasip etsin!
Saray yakışır gerçekten
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül için Yıldız Sarayı’nın içinde bir çalışma ofisi hazırlanıyor.
Böylece Cumhurbaşkanımız İstanbul’a geldiğinde de işlerini yapmaya devam edebilecek, devlet işleri aksamadan sürdürülebilecek.
Hem de “hiyerarşik açıdan” bir gariplik de düzeltilmiş olacak.
Çünkü Başbakan’ın Dolmabahçe Sarayı’nda bir ofisi var ve istediğinde orada çalışabiliyor.
Koskoca Cumhurbaşkanı da bu durumda Yıldız’ı seçmekte haklı! Yıldız hem daha eski, hem de “Ulu Hakan” orada oturmuştu, İslamcılar açısından tarihi önemi daha büyük!
Cumhuriyetimizin en tepedeki iki yöneticisinin Osmanlı saraylarına bu kadar meraklı olması da ilginç bir durum tabii!
İstanbul’da görevli bir üst düzey bürokrat, Yıldız Sarayı’nın içinde sadece ofis değil, yatılı kalınabilecek bir bölüm de hazırlanmakta olduğunu söylüyor.
Cumhurbaşkanı ve eşinin otel köşelerinde sürünmesinin önüne geçmek için iyi bir yöntem.
Gerçi bu iş için Kalender’deki Huber Köşkü var ama gece vakti, sırf yatmak için oralara kadar kim gider?
Posta’daki haberde Yıldız Sarayı’ndaki bu inşaat ile Hayrünnisa Hanım’ın ilgilendiği anlatılıyor.
Hayrünnisa Hanım bu işi artık iyice ilerletti. Ankara’da iki köşk tadilatı yaptı, şimdi buna bir de Saray tadilatı tecrübesi de eklenirse üniversitelerde “tarihi mekánlarda iç mimari uygulamaları” dersi bile verebilecek duruma gelir.
Konu Gül Ailesi’nden açılmışken aklımdan hiç çıkmayan soruyu da tekrar sorayım.
Suudi Kralı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine getirdiği değerli armağanlar ile ilgili olarak nasıl bir işlem yapıldı?
Bu bir dil sürçmesi değil
BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’ın, “affetme yetkisini” şer’i hukuka göre tanımlaması, hiç kuşkusuz basit bir dil sürçmesi değil.
Bir dil sürçmesi olmadığı gibi, sözlerinin nereye gideceğini bilemiyor olmasıyla da ilgili değil.
Çünkü sorun esasen Başbakan’ın kafasının içinde.
Yıllarca etkisi altında kaldığı, bir süre önemli mevkilerde de olduğu siyasi hareketin bir sonucu bu.
Ve aynı zamanda insanoğlunun “değiştim” demekle değişmeyeceğini, değişemeyeceğini de gösteriyor bize.
Başbakan ve birlikte AKP’yi kurduğu insanlar “Biz değiştik, milli görüş gömleğimizi çıkardık” dediklerinde hep şunu söyledim: Dört başı mamur bir özeleştiri ile desteklenmeyen “değiştim” iddialarını ciddiye almam mümkün değil.
Özeleştiri gerekli, çünkü bu aynı zamanda kişinin kendi kafasının içinde eski görüşleriyle hesaplaşmasının ve onları geride bırakabilmesinin tek yolu.
Ben hangi görüşü savunuyordum, onu neden şimdi yanlış buluyorum, şimdiki düşüncelerime yön veren fikirler nelerdir ve bu yeni fikirlerim ışığında eski görüşlerim neden hatalıydı?
Bunu yapmadan “değiştim” derseniz, Başbakan ve arkadaşları gibi olursunuz.
Başınız sıkışınca ulemayı yanınıza çağırır, hukuk söz konusu olduğunda şeriata döner, kadınlar günü denince de aklınıza sadece çocuk doğuran makineler gelir.
Başbakan ve arkadaşlarının değişmiş olabileceklerine safça inananların, şimdi bu gelişmelere bakıp neler hissettiklerini gerçekten çok merak ediyorum.