Siyasi sorumluluk Sağlık Bakanı’nındır
BURSA’da 8 vatandaşımızın öldüğü hastane yangınının ardından yapılan ilk soruşturma sonuçları gösteriyor ki, bu yangın medeni bir ülkede çıksa imiş, kimsenin burnu bile kanamazmış.
Binanın yapımı ve kullanımı sırasında mimari, statik, elektrik, mekanik tesisat ve yangın projelerine uygun davranılsaymış zaten yangın da çıkmayacakmış.
Sağlık Bakanı, yaptığı açıklamada “binada projede olmayan işler yapıldığını” da söylüyor.
Şimdi oturup düşünelim, bu işin sorumlusu kim?
Bu bina yapılırken projelere uygunluk konusunu denetlemesi gerekenler kimlerdi?
Bina yapılırken projelere uyulduysa, daha sonra projelere uygun olarak kullanılıp, kullanılmadığını denetlemesi gerekenler kimlerdi?
Hastanenin yangına karşı aldığı önlemleri rutin olarak denetlemesi gereken, personeli yangın sırasında nasıl davranacağı konusunda eğitmesi gereken kimlerdi?
Bu kişilerin görevlerini doğru yapıp yapmadığını denetlemesi gereken kişilerin sorumluluğunu da unutmayalım.
Ve elbette bütün bu organizasyonun başındaki kişiyi, yani Bakan Bey’i de bir kenara not edelim.
Hiç kuşkusuz ortada kolektif bir sorumluluk durumu var ve cezasını da kolektif olarak, hep birlikte ödemeliler.
Sorumluların bir bölümü elbette bu ihmalleri ve ölüme, yaralanmaya yol açtıkları için yargı karşısına da çıkarılacaklar.
O süreç devam ederken Sağlık Bakanı’nın oturup kendisi için de bir vicdan muhasebesi yapması gerekiyor.
Bakanlık forsuyla davranmayı bildiği gibi, bakanlığında çoğu kendisi tarafından atanmış kişilerin beceriksizlik ya da ihmallerinin siyasi sorumluluğunu üstlenmeyi de bilmeli.
Medeni bir ülkede bunun karşılığı bakanın istifa etmesidir. Hiç heveslenmeyin, bizim ülkemizde böyle bir şey olmaz.
Bir “özür dilemek” bize yetiyor, bari kurbanların yakınlarından ve halktan bir özür dilesin:
“İşbaşına getirdiğim ya da iş başında tuttuğum insanların ihmalleri ve beceriksizliklerinin sorumlusu benim, ben de adam seçerken beceriksizlik ettim, özür dilerim” demesi yeterli olacaktır.
Yasal görüntülü dinlemeyi unutmayın
DÜNKÜ gazetelerde yasa dışı telefon dinlemelerine karşı nasıl bir yasal düzenleme yapılacağını tartışan haberler, yorumlar okudum.
Bununla mücadele hiç kuşkusuz ki çok zor değil. Ağırlaştırılmış cezalar, bu tür suçlarda hızlı işleyen bir yargılama süreci, dinleme kayıtlarının alenileşmesiyle cezayı ağırlaştıracak hükümler sorunu tam olarak çözmese bile, işe yarayacaktır.
Ancak bu telefon dinleme olaylarındaki asıl sorunumuzu ortadan kaldırmıyor.
Asıl sorun, “yasal kılığa girmiş” dinlemelerdir.
Mahkemelerce verilmiş birçok dinleme kararında, mevcut yasanın açık hükümlerinin bile gözetilmediğini hatta açıkça çiğnendiğini gördük.
Somut kanıtlara dayanmayan şüpheler üzerine verilen dinleme izinlerine tanık olduk. Hatta “genel dinleme” izinlerinin verildiğini gördük.
“Yasal kılığa girmiş dinleme” derken bundan söz ediyorum.
Öte yandan savcıların ve polisin aldıkları izinle yaptıkları dinlemeleri, soruşturmayı kapsamayan konulara da yaydıkları, bunları iddianamelerine koyduklarını, özel hayatın gizliliği ilkesini çiğnedikleri de sıradan bir uygulama.
Soruşturma ile ilgisi olmayan dinleme kayıtlarının el altından medyaya sızdırılarak, zanlıların kamuoyunun gözünde infaz edilmek istendikleri de bir sır değil.
Ağır bir ceza yaptırımı bu tip tutumlar için de gerekiyor.
Yargıç ve savcı dokunulmazlığı, polisin soruşturulmasındaki zorluklar ile baş edebilecek bir ceza düzeninden söz ediyorum.
Ve her halde yargılama usullerimizde de değişiklik yapılmalı. Somut kanıtlarla desteklenmeyen telefon konuşmalarının kanıt olarak kullanılamamasını sağlamak bunun bir yolu olabilir.
Altında kalmayalım: Taksim’e Phileas anıtı!
AMSTERDAM’da düzenlenen 5. Uluslararası Altyapı, Trafik Yönetimi, Yol Güvenliği ve Park Sistemleri Fuarı’nda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ödüllendirildi.
Ödülün verilmesinin nedeni Topbaş’ın meşhur “metrobüs” projesi.
Ancak bir sorun var ki ödülü veren de çok tartışılan Phileas otobüslerinin Hollandalı üreticisinden başkası değil!
Tam “Körler ile sağırlar, birbirini ağırlar” atasözümüzde anlatılan şeye benziyor.
(Not: Görme ve işitme engelli vatandaşlarımızdan özür dilerim ama atasözlerini de söylenmemiş sayamayız.) İstanbul halkının toplam 60 milyon Euro’sunun çoğu garajda atıl durumda bekleyen otobüslere yatırılmış olması elbette ödüllendirilmeliydi.
Bu otobüsleri bugüne kadar İstanbul dışında sadece bir tek kente satabilen şirketin, bu vefayı göstermiş olması göz yaşartıcı elbette.
Topbaş da bunun altında kalmamalı ve Taksim’e Phileas anıtı dikmek için çalışmalar başlamalı. Anıtın şekli sivri bir kazık şeklinde olursa, İstanbul halkının duygularını daha iyi yansıtacaktır, buna eminim.
Öte yandan bu otobüslerin alımı sırasında görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla İstanbul’da İETT yetkililerine karşı açılan davada ilginç bir durum var.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun önceki gün dikkat çektiği gibi bu davanın sanıklarından birinin de Kadir Topbaş olması gerekiyor.
Kadir Topbaş’ın bilgisi ve emri dışında bu iş yapılabilir miydi?