Dink soruşturmasını engelleyen hükümetti
HRANT Dink’in ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davada Türkiye tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kararın gereği olan unsurları ele almaya hazır olduklarını söylüyor. “Gerek ifade özgürlüğü, gerekse Sayın Dink’in hayatının korunması konusunda devlet olarak ne tür aksamalar olmuşsa bunların gereğini yapmak bizim sorumluluğumuz” diyor.
İfade özgürlüğü meselesinde ne tür aksamaların olduğu belli!
1- Türkiye’de yasalar hâlâ demokratik bir ülkede kabul edilemeyecek yasaklamalar içeriyor.
2- Mahkemeler, kanunları özgürlükleri genişletmek için değil, tam tersine daraltmak için yorumluyor. Kaldırılan her ceza maddesinin yerine, mevcut kanundan bir başka maddenin uydurulmasının nedeni bu.
Demek ki Dışişleri Bakanı’nın sözünü ettiği ve hükümetinin çözmesi gereken sorun bu. TBMM’de yeterli çoğunlukları da olduğuna göre, vakit geçirilmeden ifade özgürlüğü üzerindeki engellerin kaldırılması gerekiyor.
Mahkeme kararının kabul edilmesiyle birlikte bu cinayet ile ilgili soruşturmaların da yeniden yapılması gerekiyor:
Mahkemenin kararının özeti şu: Trabzon ve İstanbul emniyet müdürlükleri cinayetin işleneceği ile ilgili duyumlar almasına rağmen bunu önleyecek bir harekette bulunmadılar. Trabzon emniyeti kendisine gelen istihbaratı ciddiyetle takip etmedi, İstanbul emniyeti gelen ihbarı ciddiye alıp, önlemlerini almadı.
Hükümet, en başından itibaren bu konuyu araştırma konusunda gönülsüz davrandı.
Bazı polis müdürlerinin soruşturulmasına bile izin verilmedi. Hatta soruşturulmasına izin verilmeyenlerin içinden terfi ettirilerek daha yüksek makamlara getirilenler oldu.
Yani bu cinayetin arkasındaki gerçek ilişkilerin ortaya çıkmasını istemeyip soruşturmayı engelleyen hükümetti. Dink’in “Türklüğe hakaretten” mahkûm edildiği dönemde de iktidarda aynı hükümet vardı ve yasaları özgürlükçü yönde değiştirmek için kılını kıpırdatmamıştı.
Demek ki Dışişleri Bakanı samimiyse ve hükümetinin bu cinayetteki rolünden gerçekten rahatsız ise bu dosya da yeniden açılmalı. Kimlerin ihmali olduğu, kimlerin Dink’in ölümüne göz yumduğu aydınlanmalı.
Hükümetin bu konuda ayak sürümesi, ucu “Atlantik ötesi cemaatlere” varan bir başka derin devlet yapılanmasının açığa çıkmasından korkusundan kaynaklanıyor.
Başkanlık sisteminden anında vazgeçer!
–BAŞBAKAN’ın “tek adam olma” hevesi dinmedikçe, başkanlık sistemi tartışması da bitmeyecek.
Bu ülkede parlamenter sistemi beğenmeyip “Başkanlık sistemine geçelim” diyen iki önemli siyasetçi oldu: Rahmetli Turgut Özal ve şimdi de Recep Tayyip Erdoğan.
İkisinin de parlamenter sistemi beğenmiyor olmasının nedeni aynı: İşleri istediğimiz hızda yürütemiyoruz, ayak bağlarından kurtulalım!
Yani asıl neden “demokrasinin geliştirilip, güçlendirilmesi” filan değil.
Çünkü “demokrasi güçlenirse” o taptıkları kendi güçlerini kaybedecekler.
Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’a şunu teklif etsek, başkanlık sistemi isteğinden anında vazgeçeceğine iddiaya girerim:
1- Parlamentoya üyeler, dar bölge, çoğunluk sistemi ile seçilecekler, milletvekillerinin parti bağlılıkları zayıflayacak, milletvekillerinin kaderleri eskiden olduğu gibi liderin iki dudağının arasında olmayacak! Seçim böyle olunca baraj filan da olmayacak.
2- Yargı tamamen bağımsız olacak, Adalet Bakanlığı’nın yargıç ve savcı atamalarında söz sahibi olması sona erecek, yargı hesabını kendi içinde görecek.
Bunları elbette istemeyecek, çünkü istediği şey aslında demokratik bir düzenin başkanı ya da başbakanı olmak değil, Putin gibi “ister asar, ister keser” bir yönetici olmak.
Işığı tuttuğu için gölgede kalanları unutma
DÜNYA Basketbol Şampiyonası’ndan sonra üç konuya değinmek istemiştim, referandum tartışmaları engel oldu. Üzerinden çok da geçmeden konuşmanın zamanıdır.
1- Milli takıma adam başı 1.5 milyon lira, kaba bir hesapla 1’er milyon dolar prim verildi. ABD’yi yenmiş olsalardı, Başbakan daha çoğunu da verecekti, biliyoruz.
Profesyonel oyuncular söz konusu olduğu için milli maç mesailerinin karşılığında bir ücret talep etmeleri de, talep etmeseler de verilmesi haklarıdır, buna kuşku yok.
Ama rakamın ölçüsüzlüğü de tuhaf değil mi? Yasa gereği zaten 500’er altın alacaklardı. 200 bin lira civarında bir para eder, bu yetmez miydi?
2- Öte yandan Türkiye’yi iyi temsil ettiği için ödül neden sadece sporcuların hakkı oluyor? Orhan Pamuk, Nobel’i alırken Türkiye’yi iyi temsil etmedi mi? Bilimsel araştırmalarından övgüyle söz edilen, önemli bilimsel çalışmalara imza atan üniversite hocalarımızın üç kuruş maaşa talim ederken, ödüllendirilmesi neden akla gelmiyor? Arap ülkelerinde, Yunanistan’da, Orta Asya’da gösterilen dizilerin oyuncuları ve yapımcıları, Türkiye’yi temsil etmiyorlar mı?
Onlara neden ödül yok da profesyonel sporculara ekstra ödül var?
3- Türkiye’de basketbolun bu seviyeye gelmesinde üç kurumun önemli payı var. Onlara teşekkür de unutulmamalı.
Beko, eski genel müdürü Aka Gündüz Özdemir’in ileri görüşlülüğü ile bu spora ve Türkiye ligine ortada hiçbir şey yokken yıllar önce sponsor olmasaydı, ondan sonraki yöneticiler bu işin ne kadar önemli olduğunu kavrayarak başlanılan işi devam ettirmeselerdi basketbol Türkiye’de yaygınlaşabilir miydi? AKP iktidarının yok etmek istediği Efes Pilsen Spor Kulübü, Tuncay Özilhan’ın liderliğinde altyapıya bu kadar yatırım yapmasaydı, gurur duyduğumuz sporcular nereden çıkacaktı? Garanti Bankası, önce Akın Öngör ve sonra da Ergun Özen’in yönetiminde bu işin içinde olmasaydı kaynak nereden bulunacaktı?
Ve bunlara sonradan eklense de basketbolun Türkiye’deki geleceğine yatırım yaptığı için teşekkür etmemiz gereken “dördüncü” bir kurum daha var: O da Murat Ülker’in şahsında Ülker.
Başarıyı kutlarken, ışığı tuttuğu için gölgede kalanlara teşekkür etmek istedim.