Duygular, aklın önüne geçmesin
ERMENİSTAN ile imzalanan protokolün Azerbaycan cephesinde yarattığı olumsuz duygulara ilk tepkiler gelmeye başladı.
Bakü’deki Türk şehitliğindeki Türk bayrakları indirildi.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de dün doğalgaz ihracatında Türkiye’yi devre dışı bırakacak alternatif yollar üzerinde çalışmaya başladıklarını açıkladı.
Aliyev’in planı, gazı Karadeniz’in altından Bulgaristan ya da Romanya’ya aktarıp, Avrupa’ya ulaştırmayı hedefliyor.
Beklendiği gibi bir tepki bu. Duygusal, ticari ve uluslararası gerçekliklerden kopuk duygusal bir tepki!
Bakü’deki şehitlikte yatan Türk askerleri olmasaydı, Bakü o tarihte, bugünkü Dağlık Karabağ’a dönecekti, belli ki bu unutuluyor.
Azerbaycan’ın Türkiye’ye kızıp, sırtını Rusya’ya dayama planı da aynı şekilde tarihi gerçeklerin unutulmakta olduğunu gösteriyor.
Rusya’nın etkisi altına girmiş bir Azerbaycan’ın ne tür sorunlar ile karşılaşabileceğini tahmin etmek zor değil.
“Gâvura kızıp oruç bozmak” dedikleri, tam olarak bu olsa gerek.
Azerbaycan ve lideri Aliyev unutmamalı ki bugün Dağlık Karabağ sorunu varsa, bu sadece Ermenistan’dan değil, Rusya’dan da kaynaklanıyor.
Azerbaycan’ın duygusal tepkilerle uğraşmak yerine, Türkiye-Ermenistan protokolünün bölgeye getireceği barışa odaklanması, bu yakınlaşmayı Karabağ sorununun çözümü için bir fırsat kapısı olarak görmesinde yarar var.
İSTANBUL’un Kurtuluş Günü nedeniyle camilere asılan mahyalar konusu, yandaş medyada bir “Ergenekon komplosu” olarak işlendi.
Bu tür kutlamalarda Valilik, genellikle eski uygulamaları tekrarlar.
Kutlama Komitesi toplanır, görevler dağıtılır, görevliler de “Daha önce ne yapmıştık” diye eski dosyaları karıştırırlar ve benzeri şeyleri tekrarlarlar.
Büyük olasılıkla bu olayda da böyle oldu. Birçok durumda olduğu gibi bireysel inisiyatif kullanılmadı, devletin hafızası otomatik olarak harekete geçti.
Yandaş medyanın “Ergenekon komplosu” olarak tanımladığı mahyalarda şunlar yazılıydı:
“Ordumuza şükran borçluyuz”, “Milli Birlik Esastır”, Kurtuluşumuz Kutlu Olsun”, “Ne Mutlu Türküm Diyene” ve “Önce Vatan”.
Sıradan vatandaşların siyasi anlamlar atfetmeyecekleri, hatta tam tersine tümüyle katılacakları sözler bunlar.
Sonuçta kutlanan şey bir “düşman işgalinden kurtuluş günü”. Orduya teşekkür edilmesinde ve ulusal birlik ile ilgili mesajlar verilmesinde nasıl bir kötülük olabiliyor, anlayamadım.
Mahyalar aynı gün apar topar kaldırıldığına göre hükümet de yandaş medyaya yansıyan tarzda yorumlamış bu mahyaları.
Hadi orduya teşekkür edilen mahyayı bir kenara bırakalım. Askeri darbe dönemlerinden kalma bir şey bu. Ancak, ötekilerde nasıl bir sorun bulundu acaba?
Hükümetin kafası belli ki Kürt Açılımı tartışmaları başladığından beri bir hayli karışmış.
Bu iyi bir durum değil.
Karışıklığın nedeni büyük olasılıkla ne yapacaklarına henüz kendilerinin de karar vermemiş olmalarından kaynaklanıyor.
Bu kafa karışıklığının bir an önce giderilmesini diliyorum.
Ünsal Hoca’mı kaybettim
ÖNCEKİ gece kaybettiğimiz Prof. Dr. Ünsal Oskay, yeğenim Çınar’ın babasıydı.
Ama benim açımdan önemi bundan ibaret değil.
Bugün bu mesleği yapıyorsam bunu öncelikle iki kişiye borçluyum. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı ve Prof. Dr. Ünsal Oskay.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ikinci sınıfında okur ve “maliye müfettişi mi olsam, bankalar murakıbı mı olsam” diye geleceğe yönelik planlar yaparken, beni gazeteciliğe onlar yönlendirdi.
Ünsal Oskay, kişisel gelişimim açısından emeğini hiçbir zaman unutamayacağım bir insan olarak anılarımda yaşayacak.
Geceler boyunca Adorno’yu ve Frankfurt Okulu’nu ondan dinledim.
Mills’in “İktidar Seçkinleri”ni çevirdiği dönemde, her yeni sayfayı okumak, Türkçesi ile ilgili ukalalıklar yapıp, Ünsal Hoca’yı sinirlendirmek gibi ortak anılarım da var.
Pavurya avlamak için Marmara’da yapılmış bir küçük tekneyi yelkenliye çevirip, her seferinde devrilme tehlikesi atlatmak gibi ortak maceralarım da.
Türkiye, hiç durmadan okuyup, yazan, üreten, yüzlerce öğrenciye yol gösteren değerli bir bilim adamını kaybetti, ben ise eski bir dostumu.
Öğrencilerinin, sevenlerinin başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin.