KOÇ Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, TÜSİAD’a artık “eskisi kadar kolay” başkan bulunamadığını söyledi.
Eskiden başkanlık için “yarış edildiğini” belirtti ve “Şimdi TÜSİAD’a başkanlık konusunda arkadaşları ikna etmek için neredeyse yalvarıyoruz” dedi.
Rahmi Bey bu durumu, TÜSİAD Başkanlığı’nın artık bir “tam gün iş”e dönüşmesi, kişinin kendi işleriyle ilgilenmesine olanak vermemesi ile açıklıyor.
Kuşkusuz dediği doğru! TÜSİAD öyle bir kurum haline geldi ki başkanı, koşturmaktan koltuğunda oturmaya bile zor zaman buluyor, nerede kaldı ki işleriyle ilgilensin.
Ancak günümüzün koşullarını dikkate alınca yine de eksik bir açıklama.
TÜSİAD Başkanlığı için herkes gönülsüz, çünkü iktidarda eleştiriye tahammülü olmayan, bir kere “mimlediğini” yok etmek için devletin bütün olanaklarını, yasaları da çoğu kez takmayarak kullanmaya çalışan bir başbakan var.
TÜSİAD gibi toplumun gündemindeki her şeyle ilgili bir sivil toplum kuruluşunun başındaki kişinin, bazı durumlarda hükümetle ters düşmeyi göze alabiliyor olması da lazım ki işte bu o kadar kolay değil.
Yoksa herkes bunca ağır yüküne rağmen bu şerefi taşımak isteyecektir.
Sorun, Türkiye’nin giderek bir tek adam yönetimine teslim olmasıyla ilgili.
Yakın bir gelecekte yüksek yargıyı da teslim aldığında, artık onu kim tutabilir ve nasıl bir ülkede yaşamak zorunda kalırız, tahmin etmek hiç zor değil.
Soruşturmanın ağırlığı kuşku yaratıyor
ANKARA Cumhuriyet Başsavcılığı’nın sürdürmekte olduğu Deniz Feneri soruşturması çerçevesinde dün birçok yerde polis tarafından arama yapıldı. Arama yapılan yerler arasında Kanal 7 de var.
Ne bulmayı ümit ettiklerini gerçekten merak ediyorum.
Deniz Feneri e.v. ile ilgili olarak Almanya’da görülen mahkemede, Türkiye’den adli yardım talep edilmesi 3 Kasım 2008 tarihinde gerçekleşti.
Mahkeme 2008 yılının kasım ayının sonunda kararını verdi, derneğin bazı yöneticilerini suçlu buldu ve mahkûm etti.
O günden beri Türkiye’deki soruşturma bir kaplumbağa hızıyla sürüyor.
Dosya geldi, tercüme edildi derken koca bir yıl aradan geçti ve en sonunda bazı adreslere belge aramak için baskın yapıldı.
Bunca zamanda oralarda işe yarar bir şey bırakıldıysa işe yarayacak bir baskın elbette!
Deniz Feneri soruşturması aslına bakarsanız tam da yasaların yazdığı şekilde yürütülüyor.
Ne tanık ifadelerini öğrenebildik ne de iddianame ile ilgili ipuçlarını okuyabildik. Çoğu zaman ifade vermeye kimlerin çağrıldığı bile gizli tutulabildi.
Bu açıdan savcıların işlerini doğru yaptıklarını daha önce de yazmıştım.
Ancak soruşturmanın bu kadar ağır ilerliyor olması, kamu vicdanında tereddütlere yol açıyor, bunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Başbakan artık ‘açılım’ı açmalı!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Kürt açılımı-demokratik açılım”ı baş başa görüşmeleri artık mucizelere kalmış görünüyor.
Baykal görüşmenin kamera kaydına alınmasını istiyor, Başbakan kamera olursa gitmem diyor.
Bundan sonrasının nasıl gelişebileceğini tahmin etmek de zor değil.
İki taraf da birbirini görüşmekten kaçınmakla suçlayacak.
Koroya parti yetkilileri de katılacak ve epeyce süre yine ortalık toz duman olacak.
Bu süre içinde küçük çocuklarınızı televizyon haberlerinden uzak tutmanızı öneririm. Çünkü seviyenin nereye kadar düşebileceğini kestirmek, geçmiş örnekleri hatırlayınca oldukça zor.
Sorunlarımızı çözsünler diye seçip TBMM’ye gönderdiğimiz temsilcilerimiz, oturup bir önemli meseleyi bile doğru dürüst konuşamıyorlar.
Ne yazık ki böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Sorun, Başbakan’ın en başında ana muhalefet partisi lideri ile görüşmeye İçişleri Bakanı’nı göndermek istemesiyle başladı.
Ve Baykal’ın “Kamera da olsun” ısrarıyla bu noktaya kadar geldi.
Şimdi artık top Başbakan’da!
Belli ki muhalefet partileri bunu öğrenmek konusunda pek istekli değil.
Madem muhalefet liderleri kendisiyle görüşmüyor, bu konuda ne düşündüğünü kamuoyu ile paylaşmak Başbakan’ın görevi ve sorumluluğunun gereğidir.
Şu “açılım” neye benziyor, ne tür yasal değişiklikler yapılacak, açıklamalı ki bizler de öğrenelim.