Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Fitne ve fesat neden çıkıyor?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fethullah Gülen’e yaptığı “bitsin artık bu hasret” çağrısının yanıtı olumlu olmadı.

Gazetelerden takip etmişsinizdir, Fethullah Gülen, “Türkiye’de yeni yeni huzursuzluklar olmasın, hafazanallah kazanımlar kaybedilmesin, rövanş peşinde koşanlar idareyi zor durumda bırakmasın, varsın ben içtiğim kahveleri hatırlayarak burada yaşayacağım” yanıtını verdi.
Dün de Başbakan Erdoğan, Meksika’ya giderken Gülen’e gelip gidenler aracılığıyla mesaj yolladığını, Türkiye’ye dönebileceğini ilettiğini söyledi. Dönüşünün önünde hiçbir yasal engel bulunmadığını vurguladı.
Sonuç olarak Gülen belli ki daha bir süre Türkiye’ye dönmeyecek!
Cemaatin sözcülerine bakılırsa “bazı fitne ve fesat yuvaları” var. Bunlar hükümet ile cemaatin arasını açabiliyorlar. Gülen’in dönüşünü de böyle bir “fitne–fesat” için vesile edebilirler diye bakılıyor.
Bunun çok sağlıklı bir ruh durumuna işaret etmediğini söylemek zorundayım.
Hükümet ile cemaat arasında, iktidar paylaşımı bakımından bir çekişme ortamı yaratıldıysa, bu fitne ve fesadı kim yaratmış olabilir?
Malum MİT ve özel yetkili mahkemeler tartışmalarında, cemaat sözcülerinin tutumları belli. Acaba bu fitne ve fesat odakları, cemaatin içine yazar kılığında sızdılar da onlar mı çıkartıyorlar bütün bu patırtıyı diye düşünmemek de mümkün değil.
Ortaya çıkan her olumsuzlukta, kötü amaçlı birilerinin parmağını aramak belli ki bir tür paranoyaya da dönüşmüş.
Sorunun temeli dini saiklerle hareket eden ve kendini “hizmete” adadığını söyleyen bir cemaatin siyasallaşmasında aranmalı.
Türkiye’de şu anda işbaşında bulunan Başbakan, iktidarını kimseyle paylaşmak niyetinde değil. Her şeye karar veren tek yetkili olmak istiyor ve bunun önünde engel olarak gördüğü herkesle meselesi var.
Ve o mesele cemaat kendi alanına çekilene kadar da süreceğe benziyor!

İşkence raporunu görmeyen savcı!

İZMİR’de karakolda iki polis tarafından dövülen kadının işkence gördüğünü raporuna yazmadığı iddia edilen hekim hakkında İzmir Tabip Odası tarafından yapılan inceleme ile ilgili olarak bir yazı yazmıştım.
Tabip Odası söz konusu hekim ile ilgili olarak soruşturmaya gerek görülmediği kararına varmıştı, ben de bunu eleştirmiştim.
İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Suat Kaptaner’den bir açıklama aldım.
Dr. Kaptaner’in açıklamasında “Adı geçen şahsın dövülmediğine dair verilmiş bir adli rapor yoktur. Aksine yazınızda  belirttiğiniz resimdeki şahsın yüzündeki bulgular, adli raporda yer almaktadır. Dolayısıyla dayak olayı yoktur diye rapor vermiş bir hekim de mevzubahis değildir. İzmir Tabip Odası’nın böyle etik dışı davranmış bir hekimi koruması gibi bir olay da gerçekleşmemiştir” deniliyor.
Oda Başkanı’nın açıklamasında şöyle bir bölüm de var: “Etik dışı ve işkenceyi saklayan bir rapor olmadığı için “işkence saklayan rapor” anlamında hekim için soruşturma kararı alınmamıştır.”
Bu durumda gözlerimizi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na çevirmemiz gerekecek.
Karakolda dayak yediğini iddia eden bir kadın var, bu durum hekim raporuyla da tevsik edilmiş ama savcılık, olay kamuoyuna yansıyana kadar konuyu “işkence ve kötü muamele” olarak değerlendirmedi. Polisleri “basit yaralama” suçu ile soruşturdu.
Oysa bu konudaki kanunlarımız hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açık.
Bugün sorularımıza bir de bunu ekleyelim: HSYK, bu raporu görmezden gelerek, soruşturmasını yaparken polisleri kurtarmaya yönelik tutum içinde bulunan savcı için nasıl bir işlem yaptı?

Bekledim de gelmedin!

YANITLARINI bir türlü alamadığımız “pazartesi sorularımıza” devam ediyoruz.
Aynı soruları tekrar tekrar okumaktan sıkılan okuyucularımıza ise bu yazıyı bir şarkı dinleyerek okumalarını öneriyorum.
Bu haftaki şarkımız bir klasik Türk müziği bestesi, Yesari Asım Ersoy’un nihavent şarkısı. Rahmetli Zeki Müren’in yorumunu beğeniyorum.
Şarkımızın adı “Bekledim de gelmedin”!
Hem günümüz siyasetinin “hasret kaldım gözlerinin rengine” havasına uygun, hem de bizim bir türlü yanıtları gelmeyen sorularımıza da küçük bir gönderme yapıyor!
Buyurunuz, sorularımız aşağıda!
1 – KPSS soruların çalıp, Türkiye’nin değişik yerlerindeki belirlenmiş kişilere dağıtan suç örgütü neden bir türlü ortaya çıkarılamıyor? Başbakan bu konuyla bizzat ilgilendi, MİT ve Emniyet suç örgütünün izini bulamadı. Sınavlarda kopya çektiği belli olanların doğru dürüst soruşturulduğu bile kuşkulu. Bu suç örgütü nasıl bu kadar güçlü olabiliyor ki bir türlü ortaya çıkarılamıyor? Arkasında kimler var? Bununla ilgili Devlet Denetleme Kurulu raporu neden gizli tutuluyor?
2 – Bülent Arınç’a suikast iddiası, kamuoyunu oyalamak için ortaya atılmış bir palavra mıydı? Türkiye’de yer yerinden oynadı, zamanın TBMM Başkanı’na suikast hazırlığı içinde oldukları ileri sürülen bazı asker kişiler yakalandılar ama sonra ortaya hiçbir şey çıkmadı. Suikastçıları koruyan birileri mi var, yoksa suikast yapılacağı filan yoktu da başka amaçlar için böyle bir palavra mı ortaya atıldı?
3 – Suudi Arabistan Kralı’nın hediye ettiği mücevherler nerede? Suudi Arabistan Kralı’nın ziyaret ettiği ülkelerin liderlerinin eşlerine pahalı mücevherler hediye etmek gibi bir âdeti var, bunu artık biliyoruz. Gittiği ülkelerde, hediyeler açıklanıyor, biz de oradan öğrendik. Kral, Türkiye’ye de geldi ve mutlaka burada da benzer armağanlar vermiş olmalı, çünkü adı üstünde o bir Kral! Ama bizim burada kanunlar ve yönetmelikler, söz konusu hediyelerin 15 gün içinde beyan edilmesini ve armağanların Hazine’ye devredilmesini öngördüğü halde bununla ilgili bir işlem yapıldığını duymadık. Kimse çıkıp “hayır Kral bizde böyle hediyeler vermedi” de demiyor. Tekrar soralım: Kralın hediyeleri nerede?