Gerilim ‘bölünme korkusundan’ kaynaklanıyor
İZMİR’de DTP lideri Ahmet Türk’ü karşılamak üzere oluşturulan konvoyun başına gelenler üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.
Bazı vatandaşlar konvoya önce sözlü tepki göstermişler. Trafiğin tıkandığı yerlerde bu tepki fiziki saldırıya da dönüşmüş. Gazeteler konvoya balkonlardan yumurta, taş gibi maddelerin atıldığını da yazıyor.
Bütün işaretler, tepkinin önceden hazırlanmış, organize bir hareket olmadığını gösteriyor.
Belli ki tepki kendiliğinden gelişmiş ve bazı kişiler, DTP’lilerin gövde gösterisi üzerine “galeyana gelmişler”, iş taşlamaya kadar dönüşmüş.
Ve bu olay İzmir gibi insanların ülkemizin diğer bölgelerine göre daha hoşgörülü oldukları bir kentte gerçekleşiyor.
Bunun nedeni üzerinde uzun tahliller yapmayı gerektirmeyecek kadar açık:
Hükümetin “Kürt açılımı-demokratik açılım” politikasını doğru dürüst yönetememiş olması ve DTP’lilerin özellikle Habur gösterilerine duyulan tepki!
Başbakan yıllardır bu konu üzerinde çalıştıklarını söylüyor ama ortaya son attıkları “açılım” sözünün arkasının yeterince doldurulmamış olması, DTP sözcülerinin sivri açıklamaları toplumda bir “bölünme” endişesi yarattı.
Açılım sürecini bir “arama konferansı” yapar gibi yönetmek iyi bir fikir değildi.
Yapılması gereken ortaya somut bir proje ve eylem planı koymak, tartışmanın o çerçeve içinde kalmasını sağlamaktı.
Hükümet, böyle bir planı olmadığı için bunu yapamadı.
Gerilimin böyle artması, bundan sonra atılacak adımların çok dikkatli atılması gerektiğini gösteriyor.
“Bölünme” korkusundan beslenen bir gerilimin çok ciddi patlamalara yol açması olasılığı göz ardı edilmemeli.
Ama süslü konuşmayı politika yapmak zanneden bir Başbakan bunu nasıl başarır, bilemiyorum.
Hangi hastalıktan korkacağıma karar veremedim
SAĞLIK Bakanlığı’nın Kanserle Savaş Dairesi aracılığıyla Hacettepe Üniversitesi, Marmara ve Karadeniz’de yakalanan balıklar ve öteki deniz canlıları üzerine bir araştırma yaptı.
Denizlerimizde çokça tutulan balıklar ve midye, kalamar, karides gibi canlılarda “ağır metal” analizi yapıldı. Sonuçlar gerçekten ürkütücü! Metal mi yiyoruz, balık mı belli değil.
Analiz sonuçlarını gösteren raporu okuduktan sonra “domuz gribinden” mi, “genetiği değiştirilmiş gıdalardan” mı, yoksa deniz ürünlerinden mi daha çok korksam, karar veremedim.
Denizlerimiz sanayi ve evsel atıklar nedeniyle hızla kirleniyor ve kimse de bunu değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor.
Dün Milliyet’te Garanti Bankası’nın konuyla ilgili bir girişimini okudum.
Evsel atık yağları biriktirenlere kredi kartlarına yüklenecek “nakit para” ile ilgili bir haberdi.
Çarpıcı gerçekler var:
Türkiye, Avrupa’da kızartmalık yağ kullanan ülkeler arasında 3. sırada. Yılda 350 bin ton atık yağ oluşuyor. Atık yağları yeniden kazanmayı ve enerji üretiminde kullanmayı hedefleyen 7 şirket bu atık yağın ancak yüzde 2’sini toplayabiliyor.
4442845 numaralı “atık yağ toplama” hattına başvuran aile sayısı sadece 1100.
Devletin bu işi ciddiye alıp, toplumu bilinçlendirmesi ve atık yağ toplanmasını teşvik etmesi gerekiyor.
Yemek fabrikalarında, lokantalarda yeteri kadar denetim yapılmadığı için yağlar çok uzun süre kullanılıyor ve adeta “zift” yiyoruz.
Bir raporda, Türkiye’de her yıl yaklaşık 150 bin kişinin kanser olduğunu okumuştum. Ne kadarı bu tür yağlardan ve atık yağların kirlettiği toprak ve sudan kaynaklanıyor, bilemiyorum.
Medyanın ve devletin bu işin üzerine gitmesi gerekiyor!
Başbakan bozdu, o düzeltmeli!
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bir uyarısına dikkat çekti.
WHO, domuz gribinin aralık ve ocak aylarında bugünkünden daha hızlı yayılacağını bildiriyor.
Bakan Akdağ “15 Aralık’a kadar vatandaşlarımızı ikna edebilirsek ve önemli ölçüde aşı yaparsak bu enfeksiyonun yayılma hızını kırabiliriz. 15 Ocak’tan sonra insanlar istese bile artık aşının bir yararı olmaz” diyor.
Bakan, 50 yaş altındaki sağlıklı-sağlıksız herkesin domuz gribi açısından risk grubunda olduğuna da dikkat çekiyor.
Mesleği hekimlik olan bir bakan var, “Aşı yaptırın” diye adeta yalvarıyor, ama vatandaşlar aşı konusunda gönülsüz.
En temel nedeni başta Başbakan’ın, bu konuda “kötü örnek” oluşturması!
Onun için Bakan’ın vatandaşlardan önce Başbakan’ı ikna etmesi gerekiyor.
Başbakan çıkıp “Aşı yaptırın, ben de olacağım” demediği sürece, aşıya yarattığı güvensizliği değiştirebilmek artık mümkün değil.