Guguk devleti!
Bir hukuk devletinde yaşadığımızı düşünüyoruz, çünkü Anayasa’da öyle yazıyor.
Yani bu ülkede hepimizin hakları bellidir, Anayasa tarafından korunur.
Sürprizle karşılaşmamamız gerekir, çünkü kanunlar da bunun için çıkmıştır. “Ben yaptım oldu” böyle bir ülkede geçerli bir durum olmamalıdır.
Kamudaki her düzeyden yöneticinin de bu nedenle kanunlara uygun davranmasını bekleriz.
Kendi kafalarına göre, canlarının istediği gibi hareket edemezler, etmemeleri gerekir.
Özellikle de kanunları uygulamak durumunda olanların bu konuda daha titiz olmalarını da bekleriz ki idare, biz vatandaşların haklarını çiğnediğinde yargı “Dur bakalım, bunu yapamazsın” desin!
Memleketimizde iletişimin tespiti ile ilgili yasal düzenlemeler de anayasal hakkımız olan iletişimin gizliliğini korumayı hedefler.
Aklına esen, aklına estiği kişinin telefonunu vs. dinleyemez, kuralları bellidir, savcıların, mahkemelerin görevi bu kurallara uyulmasını sağlamaktır.
Polis ya da jandarma bir suçun takibi için bir vatandaşın telefonunu dinlemek istiyorsa, savcıya gider. Neden dinleme kararı gerektiğini açıklar. Teorik olarak savcıların her isteği de kabul etmemesi gerekir, dinlemenin gerekliliğini gösteren ciddi suç şüphesi ile ilgili kanıtları görmek istemelidir.
Sonra savcı, hâkime gider. Elindeki dosyayı sunar, gerekçelerini açıklar, yargıçtan izin talep eder, yargıç dosyadaki delil durumuna bakıp bu kararı verir.
Peki, polis savcıyı, savcı da hâkimi kandırırsa ne olur?
Artık bu sorunun bir yanıtı var: Hiçbir şey olmaz!
Savcı ve hâkim kandırıldığı ile kalır, anayasal hakkı ihlal edilen vatandaş da eli böğründe oturur.
Eski emniyetçi Hanefi Avcı’nın dinlenmesi olayında aynen böyle oldu işte.
Polis savcıyı sahte adres ve kimlik bilgileriyle kandırdı, savcı ince eleyip sık dokumadan yargıçtan izin istedi, yargıç görevini eksiksiz yerine getirmedi, dosyayı didiklemedi ve dinleme kararı verdi.
Avcı, bununla ilgili suç duyurusunda bulundu. Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi sorumlular hakkında dava açılmasına karar verdi. Ama savcılık bu kez yasadışı dinleme talebinde bulunanlar hakkında takipsizlik kararı verdi ki ceza almasınlar!
Tekrar başa dönelim. Anayasa’da ne yazıyordu: Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir!
Hadi canım sen de!
Sahnesi mahkeme olan tiyatro
HUKUK devletinin guguk devletine dönüştüğü düzenin de bir ismi var elbette: Buna polis devleti diyoruz!
Böyle ülkelerde polis, savcının değil, savcı polisin emrinde gibi davranır.
Polisten gelen her istek, hukuki bir kılıfa uydurulur ki muhalif vatandaşların canlarına okumak kolay olsun.
Hanefi Avcı’nın sahte kimlik ve sahte suç şüpheleri gösterilerek dinlenmesi bunun bir örneğidir.
Polis, bir suçun takibi sırasında ola ki hukuk dışına çıkma eğilimi gösterebilir.
Bir hukuk devletinde onu hizaya yeniden sokacak olan önce savcıdır, sonra yargıç.
Ama bu olayda anlaşılıyor ki savcı, polisten kendisine gelen evrakı ciddi olarak incelememiş bile.
İnceleseydi sahte kimliği ve sahte suç şüphesini kolayca tespit edebilirdi. Kim bilir belki de zaten biliyordu, suça ortaktı!
Yargıcın sorumluluğu da burada başlıyor. Belli ki o da kendisine gelen dosyaya göz atmamış bile. Kolayca kandırılmış, suça alet olmuş. Kim bilir belki o da biliyordu, sahte kimlik ve sahte suç şüphesiyle bir dinleme kararı vereceğini!
Bunu soruşturup öğrenecek ve gereğini yerine getirecek olan HSYK’dır. Dileyelim ki bir zahmet bu işi yapsınlar ama ümitli olmadığımı söyleyeyim.
Sorunumuz iktidarın emrindeki polis gücünün, yargıyı avucunun içine almış olmasıdır.
Uzun süredir polis ne derse o oluyor. Polis fezlekesi iddianameye, iddianame mahkeme kararına dönüşüyor.
Arada biraz süre geçiyor tabii ama o kadarı yargılama tiyatrosunu tamamlamak için olacak artık!
Makul suç şüphesi aksesuvarı!
HAYIR, bu yeni aksesuvarı Elle dergisinin “moda trendleri” sayfasında okumadım.
Bir süredir devam eden dedikoduları test ettik, bu sonuca oradan vardım.
Birlikte çalıştığım bazı genç arkadaşlarım söylüyordu: “Eğer sırt çantası ile dolaşıyorsanız polis mutlaka çantanızı ve üzerinizi arıyor”.
Bu gerçek midir diye benim yaşlarımda bir arkadaşım, sırt çantası ile test turuna çıktı. Sonuç: Beşiktaş, Kadıköy ve Taksim’de arandı! Aynı gün içinde!
O sırada bir eylem vs. yoktu, etraf sakindi, insanlar işlerine güçlerine gidiyorlardı.
Polis çantalarda ne gibi “suç aleti” arıyor, tahmin etmeye gerek yok, onu da öğrendik:
Gaz maskesi, deniz gözlüğü vs.
Bunlar çantanızdaysa “eylemcisiniz”, ama korkmaya gerek yok, gözaltına almıyorlar, biraz itilip kakılıyorsunuz, o kadar!
Tabii “Hey ne yapıyorsun” filan gibi “direniş” gösterirseniz, “görevli memura mukavemetten” başlayıp “görevli memura hakarete” kadar bir dizi suçla önce savcının karşısına, sonra da mahkemeye çıkabilirsiniz, uyarmış olayım!
Kanunlarımız, polisin vatandaşların üstünü arayabilmesi için “makul suç şüphesinin” bulunmasını emrediyor.
Demek ki sırtınızda bir çanta varsa siz de “makul şüpheli” oluyorsunuz!
Anayasal düzenimizin sessiz bir değişiklikle polis devletine dönüşmüş olması için daha başka örneğe gerek var mı?