Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hakara makara yapmayalım lütfen!

CAN Dündar’ın NTV’deki “Canlı Gazte” programında geçen gün konuk olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik vardı.

Normal olarak bu tür konuşmaları izlemem ama konu “siyasette nezaket” ve konuşan da Hüseyin Çelik olunca izlemeden edemedim.

Çelik, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan’dan söz ederken “Recep Bey” demesinin siyasi nezakete hiç uymadığını anlattı. Siyasetçilerin sokak ağzı ile konuşmaması gerektiğinden, adabı muaşeret bilmekten filan söz etti.

Bu söyleyen kişi hatırlayacaksınız, Deniz Baykal’a “Hem kel hem fodul” diyen siyasetçi!

Programdaki konuşmasını daha sonra internetten tekrar izleyip not ettim. Bakın “siyasette sokak ağzı ile konuşmayı doğru bulmayan” Hüseyin Çelik ne diyor:

“Kürt meselesinde eğer meseleyi sadece aş ve iş olarak değerlendirirseniz o zaman insanları sadece mideden ibaret bir varlık gibi mi görüyorsunuz? İnsanlar unutulmamalıdır ki mutfak ile tuvalet arasında bir boru filan değil!”

Ekonomik talepleri, “İnsan mutfak ile tuvalet arasında bir boru değildir” diye karşılayan böyle veciz bir ifadenin bir edebiyat hocasından çıkması ne kadar ilginç değil mi?

Demek ki “sokak ağzı ile konuşmamak için” böyle veciz ifadeler kullanmak gerekiyor!

Başbakan da Arjantin’e giderken dün şöyle bir şey söyledi: “Biz hakara makara yapmıyoruz!”

Sözlük delisi sayılırım, karıştırmadığım, bakmadığım yer kalmadı, böyle bir kavrama rastlayamadım.

Belli ki Başbakan “sokak ağzı ile konuşmayı” uygun bulmayan arkadaşlarını mahcup etmemek için yeni deyimler icat ediyor!

Ve böyle seçkin bir deyim de ilk kez kullanılmış olmasının şerefine bu yazının başlığına çıkıyor!

Başbakan’ı da manşetlerle uğurlayacağız

DÜN istisnasız bütün gazetelerin birinci sayfalarında, çoğunun da manşetinde Başbakan’ın “Manşetle gelen, manşetle gider” sözü vardı.

Eğer bu söylediği doğru ise, yani Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına manşetlerle geldiyse, manşetlerle gider, neden bu kadar telaş ediyor?

Başbakan, ülkenin ana muhalefet partisinin başına yeni bir ismin geçmesinin gazetelere manşet olmasından neden rahatsızlık duyuyor, anlayamadım. Kendisi de AKP’nin başına geçerken aynı şekilde manşet olmuştu. Hatta o tarihte yönettiğim Milliyet’te 15 gün süreyle tam sayfalık yazı dizisi bile olmuştu! Gazetelerin yeni bir genel başkanı manşetlere taşıması, tanımayanlar için hakkında yazı dizileri hazırlaması görevleri gereğidir.

Ama belli ki bu bile AKP yöneticilerini rahatsız ediyor. İstiyorlar ki sadece kendilerinden söz edilsin, sadece kendi söyledikleri manşetlerde yer alsın.

Devlet bankalarından yüzlerce milyon doları kredi diye verip, bir yandaş medya yaratma çabasının altında da belli ki bu özlem yatıyor .

Bağımsız medyayı bu yüzden istemiyorlar, tahammül edemiyorlar.

Öte yandan şunu da söylemem gerek: Evet, Başbakan’ın söylediği doğru, bugün geldiği için manşetlere oturanlar, yarın giderken yine manşetlere konu olacaklar.

Tıpkı Başbakan’ı bekleyen akıbet gibi!

O da manşetlerle gelmişti. Manşetleri çok sevdi, artık başkasının orada olmasına tahammül edemiyor. Ve bilsin ki giderken onu da manşetlerle uğurlayacağız!

Bu nasıl bir ‘şüphe’ anlayamadım

ERGENEKON soruşturması sırasında Cumhuriyet Gazetesi’nin santralı da dinleme izni ile dinlenmiş ve o santraldan geçen konuşmaların çoğu Ergenekon iddianamesinin eklerine girmişti. Hakkında dinleme kararı olmadığı halde, sırf santraldan geçen konuşmalar yaptıkları için dinlenenlerin açtığı davada mahkeme tazminat istemini reddetti.

Dinleme sırasında Cumhuriyet muhabiri ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında geçen bir konuşmanın iddianameye neden girdiği ise çok ilgimi çekti.

Kılıçdaroğlu o günlerde sürekli “bombalar patlatıyordu”. Muhabir konuşurken bunu söylemiş: “Bombalar patlatıyorsunuz!” Savcılar da bunu şüpheli bulmuşlar ve iddianameye koymuşlar.

“Acaba bomba nerede patlıyor, bombayı kim hazırladı, fünyesi nasıl, hangi tür patlayıcı kullanıldı” merakıyla olsa gerek!

Sadece bu örnek bile Ergenekon iddianamesinin nasıl bir savruklukla hazırlandığını ortaya koymaya yeter.

Dava ile hiç ilgisi olmayan bir sürü delil ile şişirilmiş on binlerce sayfalık iddianame içinden mahkemenin sağlıklı bir karar çıkarması kaç yıl sürer dersiniz?