Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hani ‘ama’ ve ‘ancak’ olmayacaktı?

DÜN parti liderlerinin milleti ve birbirlerini azarlama günüydü, çok şükür olsun ki toplantılarım nedeniyle odamdaki televizyon kapalıydı!

Ama bu liderlerin konuşmalarına ve azarlarına maruz kalmadığım anlamına gelmiyor tabii, öğleden sonra haber televizyonlarının en önemli haberleri de bunlardı.
Bundan nasıl bir siyasi kazanç bekleniyor ben bilemiyorum.
Etrafımda salı günleri yapılan bu grup konuşmalarından hoşlanan kimseye de rastlamadım.
Gerçi şöyle bir durum da var: Arkadaşlarımdan bir bana “Salı günlerini iple çekiyorum, liderlerin bağır çağır konuşmalarına bayılıyorum” deseydi, “Bakırköy’e mi kaldırsam, Lape’ye mi” götürsem diye düşünürdüm.
Neyse, sözü uzatmayayım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünkü “milleti azarlama” konuşmasında, İmralı tutanaklarının gazetelerde yayınlanmasıyla ilgili olarak şunu söyledi:
“Sınırsız bir özgürlük olamaz”.
Oysa aynı kişi daha mürekkebi kurumayan bir makalede “ancak” ve “ama” kelimeleriyle özgürlüklerin kesintiye uğramadığı bir anayasa hedeflediğini yazıyordu.
Hangisine inanacağız? Elbette dünkü konuşmasına! Çünkü onun “ancak ve amalar ile kesintiye uğramayan anayasa”dan anladığı şu üç madde:
1– Özgürlüklerin sınırlarını Recep Tayyip Erdoğan herkesten iyi bilir.
2– Recep Tayyip Erdoğan’ın çizdiği sınırların dışına çıkılmaz.
3– Tartışmalı durumlarda ilk iki madde uygulanır.
Yeni, özgürlükçü, sivil anayasa bu zemin üzerinde yükselecek!

Savcılara yeni bir talimat!

BAŞBAKAN’ın dünkü grup konuşması zihniyet iklimini çok güzel ortaya koyuyor.
Bakın ne diyor:
“E gelen giden vursun, yok öyle bir şey. Hukuk devleti o yüzden var. Gereken yapılacak.
Türkiye’nin aleyhine olacak böyle bir yayını yapmak milli bir tavır değildir”.
“Gelen giden vursun” diye tanımladığı konu konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla şu:
(1) Apo ile BDP milletvekilleri arasındaki özel görüşmenin tutanaklarının yayınlanması.
(2) Yayın için sert çıkış yapan Başbakan’ın basın özgürlüğü açısından eleştirilmesi.
Ve bununla ilgili olarak vardığı hüküm de şu: “Gereken yapılacak”.
Yapılacak olan “gerekenin” ne olduğu da konuşmasının içinde var. “Hukuk devletinden” söz ediyor, “Biz onlara kürsülerden cevap vermiyoruz. Bunlar gitsinler mahkemelerde cevap versinler” diye bir cümle de sarf ediyor.
Yani yargıya bir açık talimat var: Bunları mahkemelerde süründürün!
Nasıl olsa “gazeteciler hapiste” diye vızıltı çıkaranlara verilecek cevap da hazır: Onlar gazeteci değil, terörist.
Burası gerçekten bir hukuk devletiyse bu konuyla mahkemelerin nasıl bir ilgisi olabilir?
“İmralı tutanakları” devlet sırrı mıdır ki, bir sır ifşa edildi diye dava açılsın?
Başbakan’ı basın özgürlüğü karşıtı sözleri nedeniyle eleştirmek mi suç ki “gidip mahkemelerde cevap versinler”?
Yargı bu talimatı alır mı? Alır, hem de gayet güzel alır!
Hatırlayın, Başbakan PKK’lılarla kucaklaştılar diye bazı BDP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılacağından söz etmiş, yargı üzerine düşeni yapar demişti. Bu sözleri daha kulaklarımızda yankılanırken savcılar fezlekeleri yazıp yollamışlardı.
Şimdi de “durumdan vazife çıkaracak savcılar” elbette çıkacaktır.
Gönüllü olmasalar bile HSYK mobbingi nedeniyle kolayca bulunacaklardır.
Bu gidiş iyi değil, bu tutumdan demokrasi çıkmaz.

Halka güvenmiyor musunuz yoksa

BAŞBAKAN’ın dünkü konuşmasından öğreniyoruz ki İmralı’da Apo ile BDP milletvekilleri arasında yapılan görüşme tutanaklarının açıklanmasının amacı, “barış sürecini” sabote etmek imiş.
Yani şöyle bir durum: Apo’nun sözleri Türkiye kamuoyunda infialle karşılanacak. Bu hava içinde, görüşmelerden bir silahsızlanma çıkarmak isteyen hükümetin eli kolu bağlanacak. Yeniden karakol baskınları, şehitler, cenazeler derken barış süreci güme gidecek, eski günlere dönülecek.
Başbakan, sanırım Türk halkını aptal zannediyor.
Hayır, öyle değiller, yanılıyor.
Herkes biliyor ki bu tutanaklarda açıklanan görüşme Apo ile BDP’li üç milletvekili arasında geçiyor. Herkes biliyor ki bunlar Apo’nun hükümeti ya da bir başka resmi organı bağlamayacak sözleri. Bu süreci nasıl sabote etsin?
Görüşme MİT yetkilileriyle Apo arasında olsaydı, MİT silahsızlanma karşılığında bazı sözler vermiş olsaydı ve o sözler halkımızın bugünkü ruh durumuna ters olsaydı, belki Başbakan’ın korktuğu şey olabilirdi. Ama değil, böyle bir şey yok.
Sorun Başbakan’ın halkına güvenmiyor olması. “Habur” da bu nedenle yarım kalmıştı.
Başbakan şunu bilmeli ki son aşamada her şey ortaya zaten çıkmış olacak: O gün ortaya çıkacak şeyler halkın çoğunluğunun duymak istemeyeceği şeyler ise zaten bu iş yatar.
Amaç kalıcı bir çözüm bulmak ise tabii!
Ama bana öyle geliyor ki amaç bundan daha kısa vadeli: Başkanlık sistemi getirmek için yeni anayasa oylamasında bir stepne bulmak ve Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar durumu idare etmek.
Bu kadar siniri başka türlü açıklayabilmek mümkün değil.