Devletlerarası ilişkilerde her şeyin “kitabına uygun” olarak yapılmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Devletlerin gizli örgütleri, istihbarat birimleri, bazı durumlarda yasal sınırları zorlayarak, yasal sınırları geçerek eylemler yapabiliyorlar.
Bunlar elbette “devlet sırrı” kapsamında değerlendiriliyor, bu faaliyetlerde görev alan kamu görevlileri bu sır perdesinin arkasında yasalardan korunuyor.
Ancak demokratik dünyada bunun sınırı “yakayı ele vermemekten” geçiyor.
Casusluk filmlerini seyredenlerin kolayca hatırlayacakları bir cümle var:
“Yakalanırsan, seni tanımayacağız, artık tek başınasın.”
Nitekim bunun canlı örneğini yakın geçmişte yaşadık.
Yarbay Oliver North’un başına gelenler bunun iyi bir örneğidir.
Amerika, Nikaragua’da, Sandinistlere karşı gayrı nizami bir savaş yürüten Contra milislerine mali kaynak temin etmek için, İran – Irak savaşı sırasında İran’a el altından silah sattı. O ticaretten kazanılan paralar ile Contra’lar finanse edildi. Bu işi yürüten devlet görevlisi de o tarihte yarbay rütbesindeki Oliver North idi.
Ama sonunda bu iş basına sızdı. Yakalanacağını anlayan North, bilgisayar kayıtlarını silmeyi denedi ama tesadüf eseri bir arızayı tamir etmek isteyen bir teknisyen bu dosyaları ortaya çıkardı. North, artık “yanlız”dı, yargılandı, ordudan atıldı, hapis ve para cezalarına çarptırıldı.
Suriye iç savaşına silah taşıyan MİT kamyonları ile ilgili haberlerin yayınlanmasından sonra devlet yöneticilerimiz bunun “casusluk” olduğunu, haberi yayınlamanın devlet sırlarını ifşa etmek olduğunu iddia ediyorlar.
Devlet sırrı kanunlara aykırı olamaz. Kanuna aykırı iş yapan, devlet görevlisi de olsa, bunu amirlerinin talimatıyla yapıyor da olsa, yakayı ele verirse kanunlardan kaçamaz. Kanunlarımızda açıkça yazılı: “Kanuna aykırı emir yerine getirilmez.”
Gizli görevlerde kanun dışına çıkanlar, onun için yakalanmamaya gayret ediyorlar çünkü biliyorlar ki yakalanırlarsa devlet onların sorumluluğunu üstlenmez.
Bizde ise tersi oluyor. Bir beceriksizlik ile yakalanıyorlar, bu haberi ortaya çıkaranlara “casus” muamelesi yapılıyor, “devlet sırrını” ifşa etti diye hapse atılmak isteniyor.
Ve devlet, bu suçu üstleniyor, uluslararası hukuk nezdinde Türkiye Cumhuriyeti suçlu hale geliyor.
Bunun nedeni de bugün devleti yönetenlerin, bu işleri “ben yaptım oldu” diye yapıyor olmalarıdır.
—————————————-
Emniyet’te “gizli servis” mi kurdular?
Yasa dışı dinleme ve Hrant Dink cinayeti soruşturmaları nedeniyle tutuklu bulunan eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in mahkemedeki sorgusu ile ilgili tutanak haberini Milliyet’te Tolga Şardan’ın köşesinde okudum.
Mahkeme sorgusunda savcılığın Hrant Dink cinayeti ile Yılmazer arasında bir bağlantı kurduğu görülüyor.
Trabzon’dan gelen istihbaratın üst yönetime sunulmamasına rağmen sunulmuş gibi gösterilmesi, İstanbul Emniyeti’nin bilgilendirilmiş gibi gösterilmesi, Yasin Hayal’in, Erhan Tuncel’e “Ali Fuat Yılmazer arkamızda” demesi gibi iddialar var.
Mahkeme aşamasında savcılığın bu iddialarını kanıtlayıp, kanıtlayamayacağını göreceğiz.
Umarım adil bir yargılama olsun, sanığın savunma hakkı kısıtlanmasın.
Mahkeme sorgusunda benim dikkatimi çeken önemli bir husus var.
Bu da Ali Fuat Yılmazer’in, Emniyet içinde C – 5 ismi verilen gizli bir birim oluşturduğu iddiası.
Bu birim, Dink, Rahip Santoro ve Zirve Yayınevi cinayetleri, Ergenekon, Balyoz ile diğer önemli olaylara bakmış.
Birimin 23 Mayıs 2012 tarihinde İçişleri Bakanı onayı ile kurulup yasal mevzuata bağlı çalışmaya başladığı da belirtiliyor.
Ancak bu tarihten önce de bu birim faaliyet göstermiş, mevzuat dışı gizlice oluşturulan bir birim olarak yapılması planlanan Ergenekon, Balyoz ve benzeri operasyonların alt yapısını hazırlamış.
Amerikan dizisi Skandal’daki B – 613 gibi tümüyle gizli ve yasal olarak var olmayan bir birim olduğu anlaşılıyor. Belli ki Yılmazer’e yöneltilecek suçlamalardan biri de bu olacak. Benim merakımı çeken konu ise savcılığın soruşturmayı bu yönde derinleştirip, derinleştirmeyeceği.
Böyle bir birim kurulduysa, bu işi Yılmazer tek başına mı yaptı sorusu akla geliyor.
O tarihteki Emniyet Genel Müdürü’nün haberi var mıymış? İçişleri Bakanı daha sonra onaylayarak bu büroya yasal bir kimlik kazandırdığına göre, onun da böyle bir şeyden haberdar olması lazım.
Ve niyahet dönemin Başbakanı. O bunları biliyor muydu, faaliyetlerine onay vermiş miydi?
Bunları da öğrenmeliyiz ki Türkiye’de yasaların arkasından dolanıp iş çevirmeye kalkanların hangi siyasal amaçlar ve korumayla hareket ettiğini görebilelim.
—————————
Geleneksel sporlar!
Okçu şehzade, memleket gençlerinin geleneksel sporlara yönlendirilmesini istemiş.
Onun istekleri artık devlet katında bir emre dönüşüyor, bunu biliyorsunuz.
Valiler peşine takılıyor, her yerde toplantılar yapıp, eğitime yön vermeye çalışıyor.
Bu talimatı okuyunca düşündüm, acaba hangi geleneksel sporlara ağırlık verilmeli diye.
Bir tanesi “ağırlık kaldırma” olmalı sanırım.
Evlerde biriken milyonlarca Euro, dolar ve TL’yi bir yerden bir yere naklederken haliyle insanan pazularının güçlü olması lazım.
Çünkü 1 milyon dolar yaklaşık 10 kilo. Mesela dağıtımdan sonra elde kalan 30 milyon Euro’nun ağırlığı, 500’lük banknotlarla 66 kilo tutuyor.
Bir diğer geleneksel spor da güreş olmalı.
Söz verdiği parayı eksik getiren iş adamlarını kündeye getirip, kucağa oturtabilmek için insanın boyunduruk, kle, salto, çipe, kafakol, kurt kapanı ve yanbaş gibi oyun taktiklerine vakıf olması lazım.
—————————————