Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hoca’nın nefesinin jinekolojik sonuçları

KADIN-doğum uzmanı Dr. Alp Nuhoğlu, geçenlerde Amerika’ya gittiğinde Fethullah Gülen’i de ziyaret etmiş.

Hatırlayacaksınız, Dr. Nuhoğlu ile eşi Zeynep Tokuş’un prematüre bir bebekleri oldu.

Zamanından çok önce doğan bebek, ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele ediyordu.

Fethullah Hoca, görüşmeleri sırasında bebeğin durumunu sormuş ve üzerinde dua yazılı, kendisine ait bir altını doktor beye vermiş.

“Bunu al, oğluna tak. Merak etmeyin, Allah’ın izni ile iyi olacak” demiş.

Doktor Bey, İstanbul’a döndüğünde ne görsün: Bebek iyileşmiş, rahatça nefes alıyor, annesinin sütü ile beslenebiliyor!

Dr. Nuhoğlu, Vatan’da, “Hoca Efendi’nin duasının tuttuğuna inandığını” anlatıyor.

Uzun süredir Kıbrıs’ta açmayı planladığı tüp bebek merkezinin ruhsat işlemleri de bu arada şıp diye olmuş. Doktor Bey, bunu da Hoca’nın “nefes kuvvetine” bağlıyor.

Çaresiz durumdaki cahil insanların hocaların nefes kuvvetinden yararlanmayı ümit etmeleri ve bu tür doğaüstü olaylara inanmalarını anlayışla karşılıyorum.

Bu işe yaramasa bile psikolojik bir rahatlama sağlayacak bir şeydir.

Ama pozitif bilime inanması gereken, üstelik de tıpta böyle mucizelere yer olamayacağını en iyi bilebilecek durumda olan bir hekimin buna inanmasını anlayabilmek güç.

Hadi kendisi inandı diyelim, bunu gazetelerde anlatması ve başka insanları da buna inanmaya teşvik etmesi ne oluyor?

Bundan sonra Alp Bey’in hastalarına acaba böyle bir hizmeti de olacak mı?

Öyle ya, ne gerek var Kıbrıs’ta bir tüp bebek kliniği kurmaya?

Hoca, Alp Bey’e bir iki dua gönderir, bütün fertilite problemleri dünyanın parasını harcamaya gerek kalmadan çözümleniverir.

Bence Tabip Odası ve Tıp Fakülteleri bu konuyu görmezden gelmemeli.

Alp Bey’in, jinekolojiye bu katkısını iyice incelemeli ve kendisini Nobel Tıp Ödülü’ne de aday göstermeli.

Parmak robotları yatmaya gitmiş!

ÖNCEKİ gece TBMM, çok önemli bir yasayı görüşmek üzere toplandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 23.30’a kadar Genel Kurul Salonu’nda görüşmeleri izledi ve sonra ayrıldı. O sırada AKP grubunun büyük çoğunluğu salondaydı.

Başbakan sabaha karşı 1.00 sularında yeniden salona döndü ve ortaya çıktı ki 340 kişilik AKP grubundan 118 kişi TBMM’yi terk etmiş.

Milletvekilleri sanki öğretmen olmayınca “dersler boş” diye bahçeye fırlayan öğrenciler gibi.

Başöğretmen oradaysa varlar, yoksa yoklar!

Bu tablo hiç kuşkusuz, milletvekillerinin yaptıkları işi ne kadar ciddiye aldıklarını gösteren bir örnek!

Türk yargı sistemini derinden etkileyeceği yazılıp çizilen, günlerdir konuşulan bir yasanın oylaması için toplantıya girmemeleri, önemli bir çarpıklığa da işaret ediyor.

Çünkü milletvekilleri biliyorlar ki orada bulunmaları ya da bulunmamaları hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

Lider ne emrediyorsa o yapılacak, parmaklar ona göre kaldırılacak.

Milletvekillerini yasama faaliyetinde görüşlerinden ve deneyimlerinden yararlanılacak kişiler olarak değil, parmak kaldıran robotlar olarak görmenin bir sonucu bu.

Mesele parmak hesabına indirgendiğinde de “ha bir eksik, ha bir fazla ne fark eder ki” diye düşünüyor olmalılar.

Kral’ın bahşişi

SUUDİ Arabistan Kralı Abdullah’ın, Ankara’dan ayrılırken, kendisine koruma görevinde bulunan polis memurları ile değişik şekillerde hizmetinde bulunan kamu görevlilerine “bahşiş” verip vermediği ile ilgili tartışmaya bugün “içeriden” bir katkı ile devam edeceğim.

Herkesin çok yakından tanıdığı ve geçmişte Ankara’da bu tür ziyaretler sırasında üst derecelerde görev de yapmış bir emekli emniyet mensubunun bana anlattıkları bunlar.

Özetle şöyle diyor: “Suudi Arabistan Kralı’nın, ayrılırken bahşiş dağıtmamış olması düşünülemez. Geçmişte de bunun birçok örneğini yaşadık. Özellikle Arap liderlerin böyle bir alışkanlığı olduğunu biliyoruz. Bu geziden sonra da böyle zarflar dağıtılmış olacağına emin olabilirsiniz.”

Öyle görünüyor ki bu konuda ciddi bir soruşturmaya ihtiyaç var.

Gezi sırasında Kral’a eşlik eden kamu görevlilerinin tümünün töhmet altında kalmasını önleyebilmenin tek yolu bu!

İçişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanı, bu konuda bir soruşturmaya gerek görmüyorlar mı?