Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İslamcı harekette ‘çatlamanın’ işareti

ZAMAN Gazetesi, Fethullah Gülen’in The Wall Street Journal Gazetesi’ne verdiği demeci yayımlamadı ama gazetede bu konuşmanın nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin yorumların da ardı kesilmiyor.

Gazetenin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı dünkü yazısında “Demek ki oradan öyle görünüyor” eleştirilerine yanıt veriyordu: “Bu bir ufuk meselesi, uzaktan değil, yukarıdan bakınca görünen manzara önemli.”

Dumanlı, “Daha da zor olanı da koro halinde konuşulurken ezber bozacak bir yaklaşım ortaya koyarak herkesi sağduyuya davet etmek” diyor.

Gazetenin Washington muhabiri Ali H. Aslan’ın değerlendirmesini daha da önemsedim. Kendisi Fethullah Gülen’in Washington nezdinde büyükelçisi de sayılır.

Dün yaptığı değerlendirme özetle şöyle:

* Ortadoğu’daki iki önemli müttefikinin birbirine düşmesi ABD’nin işine gelmiyor.

* Zaten bu durum Türkiye’nin de, İsrail’in de ulusal çıkarlarına aykırı.

* Bölgedeki iki büyük rakibinin yıpranması İran’ın işine yarar.

* Türkiye ve İsrail aralarındaki sorunu aklıselim içinde, kamuoylarını yatıştırarak, ikili teması mümkün mertebe sürdürerek profesyonelce çözmelidir.

Ali Ünal da köşe yazısında Ahmet Selim’in bir sözünü aktarıyor: “Kendilerini ispat etmiş büyüklere ait o anda düşünceme ters bir söz veya davranış okuduğum veya işittiğim zaman asla tenkide gitmem; benim bilmediğim bir şey vardır der ve susarım!”

Ünal, Fethullah Gülen hareketi ile bugün iktidarda olan İslamcı çizgi ile aralarındaki farkı da vurguluyor:

“Neo İslamcı hareket, daha çok muhalefet eksenli, teorik, reaksiyoner ve ideolojik bir aydın hareketi olarak doğmuştur. Hocaefendi ile irtibatlı gösterilen hareket ise müspet harekete, aksiyona dayalı, iman, ibadet, ahlak ve muamelata ağırlık veren iman ve Kur’an hizmeti olarak ortaya çıkmıştır.”

Kendi hareketlerini Osmanlı beyliğinin dışa yönelmesi ve açılmasıyla benzeştiren Ünal şunu da söylüyor: “Hocaefendi daima deplasmanda bulunmuş,
deplasmandan konuşmuştur, yine böyle devam etmektedir.”

İktidardaki “neo İslamcılar” ile Fethullah Hocacılar arasındaki bu tartışmanın basit bir fikir ayrılığı olmadığını düşünüyorum.

Bunun nereye varacağını görmek için beklememiz gerekecek.

Altında ‘çapanoğlu’ olan bir karar

BAŞBAKANLIK Afet Yönetimi Başkanlığı’nın Sakarya Akyazı’da fay hattı üzerindeki bina yasağı alanını 150 metreden, 20 metreye düşürdüğünü dünkü gazetelerde okumuş olmalısınız.

Karar vatandaşların şikâyeti üzerine alınmış: O arsalara ev yapılamıyor, değerleri düştü!

Fay hattı yakınındaki, üzerindeki bütün kentleri, köyleri oradan taşımak gerekirken, şimdi “Git, evini fay hattının dibine inşa et” deniliyor.

Yarın bir gün orada bir deprem olup, insanlar ölünce de ne söyleyecekleri belli: Kaderlerinde ölmek vardı!

Gerçekten çok ilginç bir hükümet var iş başında.

Madenciler, üç kuruşluk yatırım yapılmadığı için toprak altında ölüyorlar, yanıtları hazır: Bu mesleğin kaderinde ölüm de var, zaten güzel öldüler!
Beceriksizlikleri yüzünden tren devrildi, insanlar mı öldü: Kader, ne yapalım!

Gencecik askerler teröre kurban mı gitti: Askerlik yan gelip yatma mesleği değildir, şehit oldular! İşsizlik aldı başını gidiyor. Cevapları: Herkes iş bulacak diye bir kural yok, kaderine razı ol! Bu yüzden deprem işini de ciddiye almayıp, fay hattına ev yapmanın yaratabileceği sakıncaları düşünmek yerine, üç-beş arsa spekülatörünün ceplerini doldurmasını makul görüyorlar.

Merak ediyorum, acaba o bölgede son bir yıl içinde, altı ay içinde ne ölçekte arsa alım-satımı gerçekleşti?

Başbakanlık Afet Yönetimi Başkanlığı’nın, o bölgede inşaat yasağını kaldıracağını daha önceden öğrenip, arsaları ucuza kapatanlar oldu mu?

Böyle insanlar varsa onlar kimlerdir, hangi partiye yakınlar, bürokrasiyle nasıl bağlantıları var?

Yanıtını alamadığımız soru

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan işin kolayını buldu. Artık hangi eleştiriyi dile getirirseniz getirin alacağınız yanıt belli: “İsrail’in avukatı mısın?”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Tevrat’ın “çalmayacaksın”, “kul hakkı yemeyeceksin” emirlerini de hatırlatması üzerine bu yanıtı verdi.

Ne ilgisi var diyeceksiniz, ama bir ilgisi olması gerekmiyor zaten.

Şimdi amaç aykırı sesleri bu yolla susturmak: “İsrail ajanı, İsrail yandaşı, içimizdeki İsrailli” gibi suçlamalarla farklı düşünenler üzerinde fikri terör yaratmak.

Böylece İsrail’in uluslararası hukuka ve insan haklarına saygısızlığını kullanarak, yardım krizindeki hatalarının üzerini örtmek.

Örtmekle de yetinmeyip bu yenilgiyi bir “zafer” gibi sunup yaklaşan referandum ve seçim için elini güçlendirmek!

Üstelik daha yanıtını alamadığımız çok temel bir soru da var:

İHH’nın “karadan” organize ettiği yardım konvoyunda AKP milletvekilleri de vardı.

“Denizden” düzenlenen sefere AKP milletvekillerinin katılmasına neden izin verilmedi?

Önce bu sorunun yanıtını alalım, kim, kimin ajanıydı meselesine sonra girelim derim.