İtiraf ediyorum: Enflasyonun suçlusu benim!
MERKEZ Bankası Başkanı’nın 2007 yılına ait “Para ve Kur Politikası”nı anlattığı konuşmayı dikkatle okudum.
Başkan, geçen yıl yine bu tarihte yaptığı konuşmada 2006 yılı enflasyon hedefinin yüzde 5 olduğunu açıklamıştı. Şimdi ortaya çıkıyor ki enflasyon hedefinden neredeyse yüzde yüze yakın bir sapma olacak. Enflasyon yüzde 10’a yakın çıkacak.
Başkanın konuşmasından anladığım kadarıyla enflasyon hedefindeki sapmanın sorumlularından biri bizzat benim.
Başkan, “enflasyonla mücadeleyi olumsuz etkileyen faktörlerin başında kira, elektrik, gaz, su fiyatları ve eğitim ücretlerindeki katılığın” geldiğini anlatıyor.
“Aileler dershane ve özel okullarla iyi pazarlık etsinler” diyor.
Enflasyonun yüksek çıkmasından ben sorumluyum derken bunu kastediyorum.
Bir kere evimin kirasını indirmeyi akıl edemedim.
İkincisi, kızımın ÖSS kursuna gittiği dershaneyle de oturup pazarlık yapmadım. Aynı şekilde kızımın okul ücreti için de okul müdürünün boğazını sıkmadım. Ne dedilerse, kuzu kuzu gidip bankaya yatırdım.
Bunları yapabilmiş olsaydım enflasyon da böyle sapmayacaktı.
Ben böyle sorumsuzca davrandıktan sonra Başbakan, Maliye Bakanı, Hazine’den sorumlu bakan ve Merkez Bankası Başkanı ne yapsın?
Mutlu olan da yok, çalışan da!
DÜN Hürriyet’te yayımlanan bir haber, eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir.
28 ülkede yapılan bir araştırma, Türklerin, Ruslar ve Macarlar ile birlikte en mutsuz çalışanlar olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’de çalışanların yüzde 49’u işinden mutlu olduğunu söylüyor.
İşgücünün verimli kullanılmasını sağlayacak motivasyon yöntemlerini yeterince bilmediğimiz ya da kullanmadığımız anlamına geliyor bu.
Geçen gün Hürriyet internet sitesi için gazetede yaptığımız bir “beyin fırtınası” toplantısında arkadaşlarımızdan biri çok ilginç bir şey anlattı.
Buna göre Türkiye’de çalışan nüfusun yüzde 18’i, iş saatlerinin yüzde 30’unu internette gezinerek harcıyor.
İnternetteki haber sitelerine girişlerin cumartesi ve pazar günleri minimum düzeye inmesi de bunu doğrulayan bir başka veri.
Türkiye’de MSN kullanıcısı 15 milyon kişi var. Bilgisayar sahipliği ve internet kullanıcılığı bakımından gelişmiş ülkelerin çok gerisindeyiz ama MSN kullanıcısı sayısı bakımından dünya üçüncülüğü unvanına da sahibiz!
Hürriyet’teki haberi okurken bu notları hatırlayıp, “Demek ki işyerinde canı sıkılan internette gezinip eş dostla sohbet ediyor” diye düşündüm.
Ve şunu merak ettim: İşyerinden mutsuz olanların kaçı gününü böyle geçiriyor?
Arınç, ağzıyla kuş tutar mı?
TBMM Başkanı Bülent Arınç, “Adım Bülent Arınç olmasa heykelim dikilirdi. Ağzımla kuş tutsam, kuş katliamı yapıyor derler. Ne yapayım ismim bu” dedi.
Bülent Arınç’ı muhtelif nedenlerle söylediği sözler yüzünden eleştirenlerden biri de benim.
Oturup saymaya vaktim olmadı ama Arınç’ın gazete köşe yazarları için verimli bir kaynak olduğu saptamasını yapabilecek kadar kendisiyle ilgilendim.
Arınç’ın “ağzıyla kuş tutsa kimseye yaranamama” yolundaki inancı, ilginç bir psikolojik duruma da işaret ediyor.
Arkasında kendini beğenme de gizli, bu beğeninin başkaları tarafından paylaşılamıyor olmasının yol açtığı bir travma da!
Nitekim dün yaptığı bir tanıtım toplantısında izleyicilerin alkışlama konusundaki tereddütlerini görünce, “Alkışlayın, bir daha alkışlayın. Üstat Necip Fazıl ya alkışlayacaksınız, ya yuhalayacaksınız derdi. Hadi yuhalamayın da homurdanın diyelim” diye konuşmuş.
Belli ki “takdir edilmeme” düşüncesi bir “fikri sabit” haline gelmiş.
Ben psikolog değilim tabii, daha iyi bir değerlendirmeyi uzmanlar yapabilir.
Ama şunu söyleyebilirim sanıyorum: Eleştirilere konu olan sözleri kendisi serbest iradesiyle söylüyor hep. Onu kimse böyle konuşmaya zorlamıyor.
Madem eleştirilerin yoğunluğunun bu derece farkında, neden sözlerine biraz daha dikkat etmeyi denemiyor?