Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kadından istihbarat görevlisi olmaz mı?

MİLLİ İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) internet sitesinde “erkek istihbarat uzman yardımcısı” alımı ile ilgili bir duyuru yayımlandı.

Dün bu duyuru ile ilgili haberler neredeyse bütün internet sitelerinde de yayımlandı.
Adayların “sağlıklı”, 35 yaşını doldurmamış Türk vatandaşları olmaları gerekiyor.
Yabancı dil bilgisi isteniyor, KPSS sınavında istenen puanları almayan adayların da ayrıca Arapça, Çince, Ermenice, Sırpça veya Peştuca bilmeleri gerekiyor.
Adayların sorumluluk sahibi, analitik düşünme yeteneğine sahip, pratik zekâsına güvenen kişiler olması gerektiği de belirtilmiş.
Buraya kadar her şey normal, olması gerektiği gibi!
MİT gibi önemli bir kurumda görev alacak ve yetiştirilmesi için emek ve para harcanacak personelin elbette zeki, analitik düşünebilen, dil bilgisi nedeniyle dünyaya açık insanlar olması gerekir.
Anlayamadığım husus bunun için erkeklere neden “pozitif ayrımcılık” yapıldığı konusu.
Biliyoruz ki kadınlar da böyle vasıflara sahip olabilir.
Nitekim MİT içinde de böyle vasıflara sahip kadın personel olduğunu da biliyoruz. Hatırlayacaksınız içlerinden biri Müsteşar Yardımcılığı’na kadar da yükselmeyi başarmıştı. Yakın bir gelecekte bir kadın MİT Müsteşarı da olabilir, eski müsteşar yardımcısı müsteşarlığa atanmış olsaydı kimse de bunu yadırgamazdı.
Türk vatandaşları arasında bu vasıflara sahip olan erkeklerin işe alınabilirken, kadınların alınmaması ise sadece cinsiyet ayrımcılığı ile açıklanabilir.
Günümüz dünyasında erkeklerin başarabildiği ama kadınların başaramadığı hangi işler kaldı ki?
Yoksa MİT’te de “kadının yeri evidir” görüşü egemen olmaya mı başladı?

Basın özgürlüğü, serbest çalışma ortamı ister

ANKARA ’da adliye muhabirlerinin Ankara Adalet Sarayı’ndaki Özel Yetkili Savcılık katına girmesi yasaklandı.
Bununla ilgili haberi dün Hürriyet’te okudum.
Söz konusu savcılık, 12 Eylül, Faili Meçhul Cinayetler, Eşref Bitlis’in ölümü, Arınç’a suikast ve kozmik odanın aranması gibi önemli soruşturmaları yürütüyor.
Özel Yetkili Başsavcı vekilliğinin de Ağır Ceza Mahkemeleri’ndeki duruşmaları izleyecek gazetecilerden savcılık katından geçişleri sırasında basın kartı sahibi olma zorunluluğu koyacağından da söz ediliyor.
Ankara’da görev yapan savcıların “hazırlık soruşturmasının gizliliği” ilkesine, İstanbul’daki bazı meslektaşlarından daha çok titizlendiklerini biliyoruz.
Bu normal ve olması gereken bir şey zaten!
Ama gazetecilerin de işlerini yaparlarken özgürce çalışma hakları vardır.
Kimse savcılara, elinizdeki dosyaları basına sızdırın demiyor. Ancak gazetecilerin mesleklerinin gereklerini yerine getirerek haber toplamaya çalışmaları da basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Savcılık, kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesinden endişe ediyorsa yapacağı şey, süren soruşturmalar ile ilgili olarak belirli aralarla açıklamalar yapmaktır. Elbette gizlilik kuralını ihlal etmeyecek şekilde!
Ağır Ceza’daki davaları izleyecek gazetecilerden basın kartı istenmesi ise zaten bırakın basın özgürlüğünü, “mahkemelerin halka açıklığı” ilkesi ile bile uyuşmuyor.
Kamu hizmetinde bulunanların, halkın haber alma özgürlüğüne de ayrıca özel bir hassasiyet göstermeleri gerekir, bunu da hatırlatmış olayım.

Siyasi aktör değilseniz işiniz ne?

DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, CNN Türk’te Hande Fırat’a “BDP tek başına siyasi aktör olamaz. Çünkü 5 bin 500’e yakın silahlı gücü olan bir örgüte BDP silah bıraktırtamaz, silahı bıraktıracak olan Öcalan’dır. Liderleri o, onu ikna etmeden olmaz” dedi.
Aysel Tuğluk, bunun için “devlet” ile “Öcalan ve Kandil” arasında gidip gelen protokollerin de açıklanmasını istiyor.
“Açık yürütülecek siyasetin” sorunun çözümünde etkili olacağını da belirtiyor.
Bu sözlerinden çıkardığım sonuç şu: Yakın bir gelecekte PKK, “devlet” ile yaptığı protokolleri açıklayacak!
İşte gürültünün büyüğü de tahmin ediyorum ki o zaman kopacaktır!
“Abdullah Öcalan ve PKK ile devlet mi görüştü, hükümet mi görüştü” şeklindeki hiçbir sonuca varamayacağımız bir tartışmanın içine yeniden gireceğiz!
Sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmayacak bir tartışma!
Oysa tartışmamız gereken mesele, BDP’nin aldığı bunca oya ve çıkardığı bu kadar milletvekiline rağmen PKK’ya nasıl olup da silah bıraktıramayacağı olmalı.
Bir seçim yapıldı ve kimliğini “Kürt” olarak tanımlayan insanlar kendilerini temsile kimin yetkili olacağını oylarıyla belirlediler.
Onların içinde BDP’liler olduğu kadar, AKP’liler ve CHP’liler de var.
Ama bu yetki dağda elinde silah ile dolaşan çeteye söz geçirmeye yetmiyor, çünkü dağdakiler ve hapistekiler kendi geleceklerinin peşindeler.
İnsanların ölüyor olması umurlarında bile değil.
Ellerindeki silahlarla sanki bütün ülkeyi rehin almışlar gibi!
BDP’ye de sormak gerekiyor tabii: “Tek başına siyasi aktör” olamayacakları bir seçime neden girdiler?