Kafalardaki pası silmenin zamanı
AKP’li belediyelerin yönetimindeki yüzme havuzlarında, ‘harem-selamlık’ uygulamasıyla ilgili bir haberi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.
Önceki gün de Abant’ta yapılan bir AKP toplantısı ile ilgili haber vardı. AKP’li yetkililer kendi aralarında toplantı yaparken, eşleri de kapalı havuza girmişler. Haberin fotoğrafı, havuzun pencerelerinin çarşaflarla kapatılmasını gösteriyordu.
Dağ başında bir otel, içerdeki herkes ‘dini bütün Müslüman’ ama yine de bir ‘röntgencilik’ olasılığı belli ki kafaları kurcalıyor.
Dünkü Hürriyet’te de 30 yıl türban taktıktan sonra türbanını çıkaran bir genç hanımın sözleri vardı: ‘Artık, İslam’da erkeğin konumunu tartışma zamanı geldi. Şimdi kafalardaki pasları ve kalbimizdeki korkuları atma zamanıdır.’
Kadını ikinci sınıf bir varlık olarak konumlamak, kadını toplum dışında tutmak, toplum içine gireceği zamanda da örtünmek dahil çok sıkı kurallarla bağlı kılmak, İslamcı hareketlerin en önemli özelliklerinden birisi?
Erkekler için dinin ‘ileri yorumu’ her zaman mümkün; ama sıra kadınlara gelince iş değişiyor.
Erkekler ipek kravat da takabiliyorlar, isterlerse sakallarını da kesebiliyorlar.
Kadınlar ve kadınların hakları söz konusu olduğunda ise ‘yorum’, ‘günün şartları’ gibi sözler hiç duyulmuyor.
Medeniyet, kadınlar ile erkeklerin bir arada yaşamalarını gerektiriyor.
Erkekleri, bir kadını mayoyla görünce ‘kudurabilecek’ varlıklar olarak görmek bundan belki 500 yıl önce söz konusu olabilirdi.
Ama artık değil.
2005 yılına geldik. Sokaklarda başı açık dolaşan kadınlar, kimseyi tahrik etmiyor, günaha neden olmuyor.
Yoksa, bir kadını mayoyla görünce kendini kaybedenler mi var içinizde?
Aç bir site istediğine küfret!
TÜRKİYE’de yaşayan bir Türk vatandaşının ‘kişilik hakları’ kime emanettir? Bu soruyu bugün piyasaya çıkan Tempo Dergisi’ndeki bir haberi okurken kendime sordum. Ve doğrusunu isterseniz verdiğim yanıt hiç hoşuma gitmiyor.
Tempo’nun haberine göre, ‘yolsuzluk ihbarlarını yayınlamak’ üzere bir internet sitesi kurulmuş. Bu internet sitesinde yayınlanan 55 ihbarın 40’ının Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili olması Genelkurmay’ın dikkatini çekmiş.
İhbarlar da şöyle: ‘Generalin karısı astsubaya nasıl çıplak poz verdi’, ‘Jandarmada Ermeni kökenli PKK’lı’, ‘General köpeğinin doğumu için helikopter tahsis edildi’, ‘Tuğamiralin bütün ailesi mason.’
Bir sürü deli saçması. Üstelik suçlanan kişilerin isimleri de açık açık yayınlanıyor.
Sitenin sahibinin kim olduğu belli değil. Sorumlusu belli değil. Sitenin masraflarının kimlerce karşılandığı belli değil.
Ve ‘bağımsız Türk yargısı’, insanların onurlarıyla böylesine oynayan sitenin kapatılması için açılan davayı reddetmiş.
İşte Türkiye’de ‘fikir özgürlüğü’: Orhan Pamuk olunca dava aç, kimliği belirsiz internet sitesi olunca gözünü yum!
Demek ki, diye düşünüyorum, yarın sabah bir internet sitesi açarak istediğim herkese istediğim gibi çamur atabilirim. Sitenin benim olduğunun bilinmesine bile gerek yok. Sitede yazıları, kimin yazdığının bilinmesi de gerekmiyor. Böyle bir durumun mağduru olursanız ne yapabilirsiniz?
Hakkınızı aramak için adalete de güvenemiyorsunuz; çünkü onlar sadece ellerindeki kanunların ne yazdığına bakıyorlar.
Anayasa ile güvence altına alınmış kişilik haklarının çiğnenmesi onların sorunu değil.
Peki, hakkınızı nasıl savunacaksınız?
Vereceğiniz yanıt eminim ki sizin de hoşunuza gitmiyor.
Geleceği bugünden kuralım
DÜNYA Kupası’na katılma hakkını kaybettik. Büyük olasılıkla sıkı bir ceza alacağımız ve kendi sahamızda oynama avantajımızı hiç kullanamayacağımız için 2008’deki Avrupa Şampiyonası’nda da olamayacağız. Demek ki bir uluslararası turnuvada yeniden boy göstermemiz en erken 2010 yılındaki Dünya Kupası’nda mümkün olabilecek. Bunu bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Önce Milli Takımlar Teknik Direktörlüğü’ne, genç sporculara örnek olabilecek, sportmenliği içine sindirmiş bir ‘teknik adam’ bulmalıyız.
Ve sonra ona şöyle demeliyiz: Bizim 2010’a kadar bir beklentimiz yok. İşte sana Türkiye’nin gelecek için umut vaat eden 50 genç futbolcusu? Bu gençlerden Türkiye’yi temsile layık bir takım çıkar. Galibiyete sevinirken, mağlubiyeti de onurlarıyla kabul edebilsinler. Rakiplerine saygı duymayı öğrensinler ki, herkes de onlara saygı göstersin.
Ne dersiniz, çok mu hayalciyim?