Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kuşku artık paranoya düzeyinde!

SİVİL plakalı bir kamyonla cephane nakli sırasında yaşananlar, günümüzde polisin, Silahlı Kuvvetler’e nasıl baktığının bir “fotoğrafı” olarak hatırlarda kalacak.

Kamyonda görevli askerler, kendilerini durduran polislere orduya ait mühimmat taşıdıklarını belirterek, yetki belgelerini ve kimliklerini göstermişler.
Ama ne polisleri ne de özel yetkili savcıyı ikna edebilmişler ki gözaltına alınarak Emniyet’e götürülmüşler.
Bundan nasıl sonuçlar çıkarmalıyız?
1- Polis ve savcılık, TSK’nın her an bir darbe yapmasından kuşkulanıyor.
2- Bu nedenle, ordunun cephane naklinden tutun da aşçıların zerzevat alışverişine çıkmalarına kadar her faaliyeti, polis tarafından “kuşkulu” görülüyor.
3- Merkez Komutanlığı ile yapılacak bir telefon konuşması ile kolayca açığa kavuşturulabilecek bir olay “karakola” taşınıyor, medyayı davet etmek ihmal edilmeden!
Bütün bunlar “kurumlar arası çatışmaya” işaret etmiyorsa, neye ediyor.
Bir diğer mesele Silahlı Kuvvetler’i ilgilendiriyor.
Cephane ve mühimmat nakli “güvenli olsun diye” sivil araçlarla yapılmış. Yani bu işte gizlilik önemli! Peki, bu taşıma işi polise kim tarafından ihbar edilmiş?
Bu, gerçekten ilginç bir durum! Bu gizli bilgiye ulaşma olanağı olan birileri var demek ki. Ordunun bütün gizli bilgileri böyle mi saklanıyor?
Öte yandan artık hükümetin resmi yayın organı sayılması gereken TRT’nin haberini de gözden kaçırmamak gerek.
Kamyonlardaki mühimmatın TSK’ya ait olduğunun belli olduğu saatlerde TRT 2 haberlerinde “kamyonda seri numaraları silinmiş 900 el bombası bulunduğu” yayımlandı.
Belli ki TRT, malum tarikatın Silahlı Kuvvetler’e karşı açtığı psikolojik savaşın önemli cephelerinden biri olarak kullanılıyor.
İki olasılık var:
1- Ya TRT içindeki birileri, yalan haber üreterek TSK’yı yıpratmak istiyor.
2- Ya da emniyet veya savcılıktaki birileri TRT’yi kullanarak yalan haber yayıyor, amaç yine aynı: TSK’yı “zanlı” hale düşürmek!
Siyasal düzenimizin üzerindeki asker gölgesini kaldırmak ile her fırsatı kullanarak Silahlı Kuvvetler’i “zanlı-suçlu” konumuna düşürmeye çalışmak iki ayrı şey.
Ama belli ki bu arkadaşların asıl derdi de ikincisini yapmak zaten!

Hiç ‘maiyette gazeteci’ olmadım

BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’ın basın danışmanıyken köşe yazarlığına geçen Akif Beki, dünkü kompozisyon ödevinden yine geçer not alamadı.
“Çoğunluk diktası azınlık diktasından iyidir” konulu yazısını eleştirdiğim için kızmış.
“Çoğunluk diktası” gibi kavramları “bizlerin” ürettiğini yazıyor. Bu daracık köşede bu kavramların tarih içinde nasıl geliştiğini anlatabilmeme olanak yok.
Demokrasinin, “çoğunluğun her istediğini yaptığı bir rejim” olarak tanımlanması, çok uzun yıllar öncesinde kaldı.
Şimdi onun yerine “çoğulcu demokrasi” gibi kavramları kullanıyoruz ki bugün tartıştığımız mesele de esasen budur.
Kendisine önerim, demokrasi teorisi üzerine yazılmış temel kitapları bir elden geçirmesidir.
Beki, kendisi için “Başbakan’ın eski danışmanı” sıfatını kullanmama da kızmış.
“Mesleki geçmişlerimizi işe karıştırmayalım” gibisinden sözler ediyor. Eğer böyle olursa beni Fehmi Koru’ya havale edecekmiş!
Şunu belirteyim: Benim özgeçmişimde “maiyette gazetecilik” yok!
Tam sayısını vermek için oturup saymam gerek ama yaklaşık 30 civarında derginin birinci sayısında “genel yayın müdürü” olarak benim adım yazılı.
Üçü yayın hayatını sürdüren dört günlük gazetenin de kurucu genel yayın müdürüyüm. (Spor, Posta, Fanatik ve Radikal) Milliyet Gazetesi’ni de 5 yıl süreyle yönettim. Bu konuda tevazu gösteremeyeceğim, kusura bakmasın!

Aşk, bu dünyanın dışına çıkmaktır

ORHAN Pamuk ile Hintli yazar sevgilisi Kiran Desai’nin, Goa Plajı’nda çekilmiş fotoğrafları Haber Türk’te yayımlandı.
Bir plajda çekilmiş, bir erkek ile bir kadının sıradan bir fotoğrafı! Benzerleri hepimizin evindeki albümlerde vardır, buna kuşkum yok.
Ancak ertesi gün “vücut dili uzmanlarının” yorumlarını okuyunca hayretler içinde kaldım.
Riccon İlhan Doğan isimli uzman, Desai’nin yürürken çekilmiş fotoğrafına bakarak şu yorumu yapmış: “Desai’nin ellerini rahat bırakması, bedeninin hiçbir yeriyle kontak içinde olmaması ve dik duruşu yaşantısının arkasında olduğunu gösteriyor!”
Bu yorum doğru ise Orhan Pamuk, ellerini beline koyduğu ve hafif kambur durduğu için “yaşantısının arkasında” değil anlamına mı geliyor?
İmaj uzmanı İnci Yeşilyurt da şu yorumu yapmış: “Pamuk’un göbeğinin çıkıntılı hali rahatlığını, mutlu ve keyifli olduğunu gösteriyor.”
Bu durumda Desai’nin dümdüz karnına bakarak “Desai rahat değil, mutsuz ve keyifsiz” mi demeliyiz?
Aslında olan şu: Plajda mayoyla dolaşan insanlar ellerini zaten nereye koyabilirler ki? Genç bir kadının dik yürümesinden daha doğal ne olabilir? 50’sini aşmış bir erkeğin hafiften bir göbek salmasının psikolojik ne boyutu olabilir?
“Vücut dili uzmanı” olmadığım için ben fotoğrafı görünce sadece şunu düşündüm: “Ne güzel, iki âşık dünyadan soyutlanmış gibi tatil yapıyor!”
Aşk da zaten bu dünyanın tamamen dışına çıkmak değil midir?