Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Laik düzende Mecelle referansı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı’nın atanmasının gecikmesi nedeniyle soruları yanıtlarken şöyle konuştu:

“Merkez Bankası Başkanlığı için biz isim veririz, onaylanırsa onaylanır. Onaylanmazsa vekálet yürür. Anayasa ve hukukta vekil, asıldır demiyor mu? Mecelle’de bir kaide var. Bizim hukukumuza da oturmuştur. Vekil asıldır.”

Gerçekten de bizim hukuk düzenimizde vekil, asilin yetkilerini kullanır. Ama bu durum, vekilin asil olduğu önermesini doğrulamaz. O zaman “asil” atamaya ne gerek var diye sormak mümkün çünkü.

Mecelle ise Tanzimat’tan sonra Ahmed Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanan ilk medeni kanun.

Hanefi İslam hukukunun uygulamalara ilişkin hükümlerinden ve bu hükümlerle ilgili değişik içtihatlardan oluşuyor.

Cumhuriyet’ten sonra Hilafet kaldırılınca şeriata dayalı hukukun yerini laik hukukun alması için 4 Ekim 1926 tarihinde ilk Medeni Kanun’un çıkarılmasıyla yürürlükten kaldırıldı.

80 yıl sonra, 2006 yılının bu güzel bahar gününde Mecelle’ye atıfta bulunması, bana Başbakan’ın bir zamanlar söylediği “Benim referansım İslam’dır” sözlerini hatırlattı.

“Değişim” üzerine söylenen bunca sözden sonra hálá şeriata dayalı kanunlar referans olabiliyorsa, bütün bu “değiştim” söylemleri havada kalmıyor mu?

Aydınları tutucu olan tek ülke

YAZAR Tuna Kiremitçi, bu haftaki Tempo Dergisi’nde yayınlanan söyleşisinde şunları söylüyor: “Burası aydınların halktan daha muhafazakár oldukları tek ülke. Çünkü yenilik yapılacaksa halk bunu bağrından çıkarıyor. Milli Mücadele yapılacaksa, Cumhuriyet kurulacaksa, yeni bir müzik türü ortaya çıkacaksa hep halk, el yordamıyla geliştiriyor. Bazı aydınlarsa olup bitenlere hep uzaktan burun kıvırarak bakan ve ancak aradan yıllar geçtikten sonra meseleyi anlayıp takdir eden insanlar. Oysa herkes tersini savunurken ’Dünya dönüyor’ diyebilen insandır aydın. Tüm aydınlara haksızlık etmek istemem ama günümüzde de yenilik arayanlara şiddetle karşı çıkan ya da görmezden gelen belli bir entelektüel kesim var.”

Tuna Kiremitçi’nin işaret ettiği sorun gerçekten çok önemli.

Aydınları tutuculaşan bir ülkenin düşünsel ve kültürel gelişmesi mümkün olamaz diye düşünüyorum.

Kiremitçi bu sözleriyle eminim ki birçok kişinin hedefi haline gelecek. Onlar “infaz” eylemine girişmeden önce bu ilginç söyleşiye dikkatinizi çekmek istedim.

Yeri gelmişken belirteyim ki Tempo her geçen hafta giderek mükemmelleşen içeriğiyle gerçek bir “haber dergisi” olma yolunda hızla ilerliyor.

Bir erkek ne zaman ölür?

BU sorunun aklıma takılmasına neden olan şey, yeni okuduğum bir roman oldu.

Klasik Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından Cuniçiro Tanizaki’nin “Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi”nden söz ediyorum. (Can Yayınları, Türkçesi: Nili Tlabar.)

Tanizaki’nin kahramanı 77 yaşında, türlü hastalıklarla mücadele eden ve artık yaşamının sonuna yaklaştığının da farkında olan, kendini emekliye ayırmış bir işadamı.

Eski bir dansçı olan gelinine karşı duyduğu açıklanması zor istek giderek çılgın bir ihtiyarın erotik azgınlıklarla yüklü fantezisi olmaktan çıkıyor ve bir yaşam nedenine dönüşüyor.

Kitabı okurken yaşlı Utsugi’ye zaman zaman çok sinirlendiğim yerler de oldu.

Ama şunu da açıkça görebildim: Bir erkeği canlı tutup yaşama bağlayan şey, bir kadına tutku ile bağlanmış olmasından başka bir şey olamaz.

Cinsel tutku ve romantik aşk ile beslenen bir yaşama coşkusu.

Proust’un, “Kayıp Zamanın İzinde” isimli dev eserine ilham kaynaklığı eden “madlen”e benzer bir durum gördüm ihtiyar Utsugi’nin aşkı yeniden hissedişinde.

Yediği madlenin damağında bıraktığı tat sayesinde geçmişin olaylarını hatırlayan Proust’un kahramanı gibi?

Ve şimdi “bir erkek ne zaman ölür” sorusuna daha kolay bir yanıt bulabiliyorum.

Bir erkek, tutkuyla bağlanacağı bir kadın yaşamında olmadığı zaman ölür.

Şimdi bunu okuyunca siz de diyebilirsiniz ki, “birçok erkek var, hiçbir kadına tutkuyla bağlı olmadan pekálá yaşıyorlar”.

Ben de size derim ki, onlarınki de hayat mıdır?