Mahalle kahvesi dedikoduları
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediyesi’ndeki “Ali Dibo Olayları” ile ilgili olarak yayımlanan haberlere yine çok sinirlendi.
“Gazeteler hortumları kesildiği için bu haberleri yapıyorlar. Gazetelere hatırlatıyorum. Bu haberlerin gerçek sebebini yakında açıklayacağım” diye konuştu.
Daha önce Kemal Unakıtan ve ailesiyle ilgili çıkan haberlere de aynı şekilde sinirlenmişti.
Belli ki bu tür haberler Başbakan’ın beynindeki aynı noktayı uyarıyor, bu nedenle hep aynı şekilde yanıt veriyor.
Kemal Unakıtan haberlerinin ardından “gerçekleri açıklayacağım” demesinin üzerinden üç ay kadar geçti ama o hálá “yakında açıklayacağım” deyip duruyor.
Ortaya çıkıyor ki ya açıklayabileceği bir şey yok ya da “bir konuşursam yer yerinden oynar” diyen yalancı pehlivanlara özeniyor.
Açıklamakta zorlanacağı durumlarda suçüstü yakalanan siyasetçi davranışı sergilemese bu söylediklerine bakıp onunla iftihar edebilirim: Analar ne aslanlar doğuruyor diye.
Ama söyledikleri bende sadece gülme etkisi yaratabiliyor.
Başbakan’a tekrar hatırlatayım: Şu anda işgal ettiğiniz makamın gereği olarak her türlü bilgiye ulaşma olanağına sahipsiniz.
Sizden yasadışı bir şeyler isteyenler varsa, medya gücünü kullanarak isteklerini gerçekleştirmek için şantaj yapıyorlarsa, bunu hemen açıklamalısınız ki herkes öğrensin.
Mahalle kahvesinde dedikodu yapar gibi davranmak bulunduğunuz makama yakışmıyor.
Kupayı ’ezilmişler’ kazansın
CUMARTESİ gecesi televizyonda Brezilya-Fransa maçını izlerken fark ettim ki Fransa’nın kazanmasını istiyorum.
Fransızlara büyük bir sevgi beslediğimden değil ama.
Kazanmasını istediğim Zidane’dı aslında. Bir Bedevi ailesinin çocuğunun, Fransa’nın asla unutulmayacak bir ulusal kahramanı olmasıydı asıl istediğim.
Eminim ki o sırada Fransa’da, televizyonlarının başına oturup maçı izleyen bütün Fransızlar sahadaki on birin ten renklerinin farkında bile değillerdi.
Thuram, Abidal, Vieira, Makalele, Zidane, Malouda, Wiltord, Henry, Saha. Yedek kulübesindeki Trezeguet’yi saymıyorum.
Maçtan sonra Paris’te, Lyon’da, Marsilya’da ve öteki Fransız kentlerinde sokaklara dökülenlerin büyük bir bölümü, göçmen karşıtlığını bir tür ırkçılığa dönüştürmüş partilerin seçmeniydiler. Fransa’daki seçim anketleri böyle söylüyor.
İstiyorum ki kupayı Fransa kazansın. Varoşların itilmiş, ezilmiş göçmenlerini her türlü kötülüğün anası gibi gören Sarkozy’nin bu takımı havaalanında karşıladığını, Zidane’ın, Henry’nin, Thuram’ın ellerini sıktığını görmeyi istiyorum çünkü.
Hayalim gerçekleşirse televizyon ekranından Sarkozy’nin yüzüne dikkatle bakacağım.
Yüzüne taktığı “burnu büyük beyaz Fransız” maskesinin kızarıp, kızarmayacağını izleyeceğim.
Rahşan Hanım’ın ’ittifakında’ AKP’ye de yer var!
RAHŞAN Ecevit’in “ittifak” girişimlerinin dünyanın en garip “ittifak arayışı” olduğunu düşünüyordum, bunu da yazmıştım.
Ancak dün Sabah’ta yayımlanan röportajını okurken “garip ittifak” sözünün bile yetersiz kaldığını düşündüm.
Rahşan Ecevit şöyle diyordu röportajında: “Henüz bir randevu talebinde bulunmadık ama program yapıyoruz. Tayyip Erdoğan ile de görüşeceğim. Eşim, düşünceleri ayırt etmemiş, ’herkes bir olmalı, sağda solda bir ittifak’ demişti.”
Kimseye karşı olmayan bir ittifak kurmaktan da söz ediyor Rahşan Ecevit.
Kimseye karşı olmayan bu ittifak, Türkiye’yi karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden koruyabilirmiş.
Tehlikelerin neler olduğundan bahsedilmiyor.
Ama ittifak konusu böyle tarif edilince söz konusu olanın bir “dış tehlike” olduğunu varsayabiliriz.
Belli ki yeniden Kurtuluş Savaşı günlerine dönmüşüz, haberimiz yok.
Siyaset böyle bir şey işte: Eğer siyaset yapmanızın ardındaki toplumsal gerekçeler kaybolursa kimsenin bilmediği tehlikeler hayal edip, bir süre sonra buna kendiniz de inanırsınız.
Rahşan Hanım’ın “hayali tehlikeleri” ise malum: Hıristiyanlık propagandası yapan misyonerler ve GAP’ta arazi kapatan İsrailliler!
Gerçi Müslümanlığı seçen Hıristiyan sayısı, Hıristiyanlığı seçen Müslüman’dan fazla ve GAP’ta da arazi satın alanlar daha çok Araplar ama olsun.
Rahşan Hanım’a ittifak lazım her şeyden önce. Tehlikenin hayali olup olmadığı o kadar önemli değil!