Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Minderde tek başına

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Sanayi Odası Başkanı ile bir görüşme yaptı.

Gazetelere de yansıyan bu görüşmede Başbakan, işadamlarına şunları söylüyor:

“Makamlar gelip geçici, önemli olan hizmet. Küba Devlet Başkanı Castro bile bıraktı. Minderde tek başınayız. Bizim sorunumuz da bu. Ben gençliğimde bir ara güreşle de ilgilendim. Milli sporcular antrenman yaparken bir üst sıkletteki güreşçiyle çalışır. Bu onlara güç ve dayanıklılık kazandırır. Ama bizim böyle bir durumumuz yok. Minderde tek başınayız.”

Başbakan ile aynı fikirde olmam pek rastlanılabilecek bir durum değil ama bu kez aynı görüşteyim.

Ve Türkiye’nin asıl sorununun da bu olduğunu düşünüyorum. “Siyaset minderinde tek başına kalan liderler sendromu” da diyebiliriz buna.

Başbakan yakınıyor ama bu duruma en çok sevinmesi gerekenlerin başında da kendisi geliyor.

Geçtiğimiz seçimde, CHP’nin başında halka sempatik gelen, yeni bir şeyler söyleyebilen, işsizlere, esnafa, dar gelirlilere geleceğe umutla bakmalarını sağlayacak projeler sunabilen bir lider olsaydı, Tayyip Bey de bugünkü gibi “tek başına” olmayacaktı.

Bugünkü rejim tartışmalarını yaşamayacaktık, çünkü TBMM’de böyle dengesiz bir tablo da olmayacaktı.

Siyasetin dengesini bozan şey, partilerde iktidarı bir kez eline geçirenin, bir daha kolay kolay o koltuğu bırakmaması ve hatta siyaseten tamamen silinene kadar orada oturmakta ısrarlı olmasıdır.

DYP ve ANAVATAN biraz da bu yüzden bugün siyaset sahnesinde yoklar. MHP, bu nedenle iktidarın kuyruğuna takılıp kalıyor. CHP bu nedenle muhalefette geçirdiği beş yıla rağmen bir türlü büyüyemiyor.

Ve göreceksiniz ki aynı akıbete eninde sonunda Tayyip Bey de uğrayacak!

Koca kulağın sermayesi 3 günlük maaş!

İSTANBUL Emniyeti’nde görevli bir emniyet müdürü, eşinin telefon konuşmalarını merak eden bir arkadaşına “yardım” etmiş.

Olayla ilgili haberi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.

Ülkemizde haberleşme özgürlüğünün nasıl bir tehdit altında olduğunu ortaya koyan bir örnek daha diye düşündüm.

Telefonlar mahkeme kararı olmadan izlenebiliyor ve bunu yapanlar işi o kadar azıtmış durumdalar ki bu arada eşe dosta yardım etmeye de çekinmiyorlar.

Çekinmiyorlar, çünkü yasadışı telefon izlemenin tekil bir olay olmadığını, bunun sistematik bir uygulamaya dönüştüğünü biliyorlar. Bunu bildikleri için de başlarına bir şey gelmeyeceğinden eminler.

Nitekim söz konusu emniyet müdürüne, bu suç nedeniyle Yüksek Disiplin Kurulu tarafından verilen ceza üç günlük maaş kesiminden ibaret!

Ceza değil de ödül gibi. Ayrıca gelecekte bu işe niyetlenenlere de yol gösterici mahiyette.

Bu işin “sermayesi” üç günlük maaş yani, artık üstüne ne kadar talep edeceği herkesin kendi keyfine kalmış!

Oysa ortada çok ciddi bir suç var. Anayasa tarafından teminat altına alınmış haberleşme özgürlüğünün ihlali söz konusu.

Böylesi ağır bir suçun cezasını verecek olan makam, Yüksek Disiplin Kurulu mudur?

Savcılık bu olayla ilgili nasıl bir işlem yaptı? Yargılama izni verilip olay mahkemeye intikal etti mi?

Emniyet müdürü bu işi tek başına yapamayacağına göre, ona yardım edenler de bu suçtan yargılanacak mı?

GSM şirketinin İstihbarat Daire Başkanlığı’na bir telefonun kimlerle görüştüğünün kayıtlarını göndermesi yasal mıdır?

Çetelerle mücadele edeceğim diyenlerin, en temel Anayasal özgürlüklerden birini ihlal eden çetelere karşı bir şey yapmıyor olması, onların samimiyet derecesini de göstermiyor mu?

Ruhuna Fatiha!

TUZLA’da iki işçinin daha öldüğü açıklandı. Son üç buçuk yılda, yetersiz iş güvenliği koşulları nedeniyle ölen işçilerin sayısı 40’ı geçiyor.

Son 1.5 ayda ölen işçi sayısı bile tek başına ürkütücü: 6 kişi.

Sanayi üretiminin emekleme döneminde olduğu vahşi kapitalizm çağında yaşıyoruz sanki.

Tersaneler bölgesinde bu kadar çok kaza neden oluyor? Gazeteler günlerdir bunu araştıran haberlerle dolu.

Sigortasız çalıştırılan vasıfsız işçiler, işyeri güvenliğine özen göstermeyen işverenler!

Ama “işçi dostu” hükümetin kılı bile kıpırdamıyor. Ölenlerin arkasından bir Fatiha okumak belli ki onlara yetiyor.

Muhalefet nerede derseniz sorunun yanıtı yok. Çünkü zaten muhalefet de yok!

Yasalar tarafından eli kolu bağlanmış bir sendika ve birkaç duyarlı sivil toplum kuruluşundan başka kimse yok işçilerin yanında.

Şunu çok merak ediyorum: Acaba o tersanelerde, canlarını tehlikeye atarak, sigortasız olarak çalışan işçiler oylarını kime verdiler?

AKP’ye oy veren “iki kişiden biri” de aralarında mı?