Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Mücadele var ama yetersiz

İSTANBUL’daki otoyollarda arıza şeritlerinin ihlali ile ilgili mücadelenin ciddiyetle yapılmadığını anlattığım yazı için İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden bir açıklama aldım.

2003-2004 ve 2005 yıllarında İstanbul’da arıza şeritlerini ihlal eden 69 bin 61 araç sürücüsüne 6 milyon 353 bin 612 YTL. ceza kesilmiş. Ayrıca, görevli olmadıkları halde arıza şeritlerini kullanan kamu kuruluşlarına ait 1466 araca uygulanan ceza ise 134 bin 782 YTL. tutarında. Bu kamu araçları içinde emniyete ait bazı araçlar da var.

Emniyet Müdürlüğü bu rakamları kanıt göstererek arıza şeridi ihlalleri ile yeterince mücadele edildiğini söylüyor.

Benim yazdığım elbette sadece bir kişisel gözlem. Ve gözlemim o ki arıza şeridi ihlallerini sistematik hale getirenlere karşı uygulanan bu mücadele yetersiz. Karaköy’de dükkánlarda satılan mavi lambaları otomobillerine takarak kendilerine “koruma” süsü verenlerin ihlallerini her sabah ve akşam izliyorum, bir işlem yapıldığına da hiç tanık olmadım.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün iyi niyetli çabası belli ki yetersiz kalıyor. Ceza uygulaması hiçbir ayrım gözetmeden daha ciddiyetle yapılırsa, bu sorunu da aşarız diye düşünüyorum.

İstanbul üşürse Türkiye zatürree olur!

DÜN bir okuyucumdan e-posta aldım. Okuyucum, gazetelerin İstanbul’a yağan kar meselesini fazlasıyla büyüttüğünü, Türkiye’nin önemli bölümünün kışın aylarca kar altında kaldığını, birçok köye ulaşılamadığını ama gazetelerin sadece İstanbul’a kar yağınca konuyla ilgilendiğini yazıyor.

Sözlerinde doğruluk payı elbette var. Bizim gazetelerimiz ulusal ölçekte de dağıtılsa sonuç olarak “İstanbul gazetesi” durumunda. Gazetelerin yazı işleri kadroları, yazarları, haber birimlerinin önemli bölümü bu kentte yaşıyor. Bu nedenle zaman zaman İstanbul’un sorunlarını biraz abartıyor olabiliriz.

Ancak şu da bir gerçek: İstanbul’un bir hafta kar altında kalmasıyla, Bahçesaray’ın üç ay kar altında kalması aynı şey değil.

2003 yılı verilerine göre İstanbul’un “gayrı safi yurt içi hasıla” içindeki payı yüzde 21. Yani Türkiye’de üretilen mal ve hizmetlerin beşte biri bu kentte üretiliyor.

Bir başka rakam: 2004 yılında İstanbullu mükelleflerin ödedikleri vergi toplam vergi gelirinin yüzde 43’üne karşılık geliyor.

Ayrıca 2005 yılı rakamlarına göre toplam ihracatımız içinde İstanbul’un payı yüzde 50’ye yaklaşıyor.

Bu şu demek: İstanbul’da ekonomik yaşamı etkileyecek, durdurabilecek her türlü olay eninde sonunda etkisini tüm yurtta hissettirir. Bu nedenle İstanbul’da bir hafta yağan karda ulaşımın, mal ve hizmet üretiminin, ticaretin aksaması ile üretime katkısı son derece sınırlı bazı köylerin üç ay kar altında mahsur kalması ülkeyi aynı şekilde etkilemez.

Bunu söylerken o köyleri unutalım, üç ay kar altında çile çeksinler demek istemiyorum elbette.

Ama sırf “popülizm yapmak için de” ikisini birbirine karıştırmamak gerekir diye düşünüyorum.

Gizli Amerikan anketinin sonucu

BUGÜN piyasaya çıkan Tempo Dergisi’nde ilginç bir haber var. Amerika Birleşik Devletleri, İran’a karşı takınacağı tavrı belirlemek amacıyla Ortadoğu ülkelerinde gizli bir anket çalışması yapmış. Tempo’nun haberi bu gizli anketin Türk istihbarat birimlerince açığa çıkarıldığını anlatıyor.

Anketin sonuçları dikkat çekici: Türkler komplo teorilerine psikopatik ölçüde inanıyorlar, ABD’nin dostluğunu samimi bulmuyorlar, Türk ve İslam dünyasının Avrupa Birliği gibi bir birlik kurmasından yanalar.

Anketin bu son sonucu, Türkiye’de yapılan Avrupa Birliği’ne üyelik anketlerinin sonuçları ile çelişkili görünüyor. Bu anketler bize gösteriyor ki Türklerin büyük çoğunluğu AB üyeliğinden yanalar. Aynı insanların hem AB’den hem de “Türk-İslam Birliğinden” yana olmaları çelişkili bir sonuç.

Ama anketin bence doğru bir sonucu da var: Türkler komplo teorilerine inanıyorlar.

Dost sohbetlerinde, gazete köşelerinde ve hatta siyasetin zirvesinde bunun izlerini kolayca görebilmek mümkün.

Mesela Devlet Bahçeli “Frankfurt’ta hükümete karşı komplo kuruldu” teorilerine inanmasaydı, erken seçim olur, AKP iş başına gelebilir miydi? Ya da “kuş gribinin” Türkiye’ye karşı yürütülen bir biyolojik savaşın sonucu olduğuna bu kadar çok insan inanır mıydı?

Belki “psikopatik” yargısı ağır ve doğru tarif edilmemiş bir yargı olabilir, ancak komplo teorilerini yaymak ve taraftar bulmak için en uygun zeminin Türkiye olduğu da bir gerçek diye düşünüyorum.