Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Mümkün olsaydı hiç yargılanmayacaklardı

TÜRKİYE tarihinin en uzun süre açılamayan davası sayılması gereken Deniz Feneri davası sonunda İstanbul’da başladı.

Aslına bakarsanız buna bir yargılamadan daha çok tiyatro adını vermek gerekir diye düşünüyorum.

Olayı en başından beri soruşturan savcılar görevden alınmamış olsaydı, sanıklar suç işlemek için örgüt kurmak ve nitelikli dolandırıcılık suçundan yargılanacaklardı.

Savcılar değiştirildi ve suç “hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma”ya dönüştü.

Mümkün olabilseydi sanıklar hiç yargılanmayacaktı. Yukarıdaki “tiyatro” benzetmesini bu nedenle kullandım, yargılamaya en başından müdahale edildiği için!

Bakın eski savcı Nadi Türkaslan görevden alındıktan sonra Yargıtay’da görülen davasında soygunla ilgili neler anlatıyor:

Almanya’ya gittik. Deniz Feneri e.V paralarının başka yerlerde kullanıldığını tespit ettik. Firdevsi Ermiş’in bana gelip 40 saat ifade verdiği ortaya çıkınca, Deniz Feneri sanığının avukatı ‘Bu sanığın ifade vermesini nasıl engelleyemedik’ demiştir.”

(İlginç bir tesadüf eseri İstanbul’daki yargılamada üç gün önce “Deniz Feneri sanıklarının avukatları bana şikâyetimi geri almam için para teklif etti” diyen Sadık Deniz isimli şikâyetçi, mahkemede şikâyetini geri aldı!)

Ve diğer savcı Abdulvahap Yaren de şöyle konuşmuştu:

“Belgeleri bulduk. Isparta, Burdur, Trabzon’da ve Türkiye’nin her yerinden yardım yapıldığı iddia edilen bu insanları dinledik. 600 kişinin biri bana ‘Deniz Feneri e.V bana yardım yaptı’ demedi. Yüzde 80’i ‘Bu imzalar sahte. Bana yardım yapılmadı’ dedi. Yüzde 20’si ise ‘Buradaki imza bana ait ama bana bu miktarda yardım yapılmadı’ dedi. Adama 20 avro yardım yapılmış ama 400 avro yardım yapılmış gibi belge düzenlemiş. Sözleşmiş gibi hepsi yalan mı söylediler? Soruşturma belli bir aşamaya geldiği zaman bizi aldılar, delillerin tamamına ulaşılması engellendi.”

Yaren delillerin tamamına ulaşılmasını kimin engellediğiyle ilgili ipucu da vermişti:

“Bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator, hem altında yer alan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Bu amaçla hem delilleri yok ediyor. Hem soruşturma savcılarını yakından takip ediyor. Bu takibe rağmen soruşturmada istediği gibi bir sonuca ulaşamadığı takdirde savcıları soruşturmadan aldırıyor. Hem de zekât hırsızlarını masum maskesiyle kamuoyuna pompalıyor. Bu işi ancak bu organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Hırsızlar imparatorunun kim olduğuna gelince, her şey ortada apaçık belli. Damda gezer, miyav der, isme gerek var mı?”

Türk hukuk tarihi ileride bu soruşturmayı ve soruşturmayı dürüstçe yürütenlerin başına gelenleri yazacak elbette.

Alman komplosu’ palavrasını yutmayın

ALMANYA’da inanmış insanların yardım duygularını sömürerek topladıkları yardım parasını çalan Deniz Feneri e.V yöneticileriyle ilgili dava 2008 yılının eylül ayında sonuçlanmıştı.

Frankfurt’taki yargılamada bağış olarak toplanan 41 milyon Euro’nun 18 milyon Euro’luk bölümünün amaç dışında kullanıldığı saptandı.

Mahkeme suçu “yüzyılın dolandırıcılığı” olarak niteledi ve “asıl suçluların Türkiye’de bulunduğuna” işaret etti.

Türkiye’de İslamcı çevreler bunu “Alman derin devletinin bir operasyonu” olarak sunmaya çalıştılar.

Gelişmeleri iyi takip etmeyenleri kandırmak için, inançlı insanları bir kez daha dolandırmak için!

Oysa Almanya’daki Deniz Feneri yolsuzluğunu ortaya çıkaran ihbarı yapan kişi Berlin İslam Cemaati Başkanı ve Milli Görüş avukatı Abdürrahim Vural’dı. İlk ihbarı 2006 yılında yapmıştı.

Soruşturma Vural’ın ihbarı üzerine başlatıldı. Nisan 2007’de Deniz Feneri Derneği e.V ve Kanal 7 Almanya Temsilciliği’ne baskınlar yapıldı. Alman savcılığı o tarihte yaptığı açıklamada yardım adı altında toplanan paraların amaç dışı kullanıldığını, çeşitli firma ve kişilere aktarıldığını belirtti.

Deniz Feneri Derneği e.V’nin ve Kanal 7 INT’in Genel Müdürü Mehmet Gürhan, yardımcısı Mehmet Taşkan ve Deniz Feneri e.V ve Kanal 7 Int yayıncısı Euro 7 Fernseh GmbH’nin mali işler müdürü Firdevsi Ermiş tutuklandı.

Alman savcılığının iddiasını doğrulayan ise sanıklardan biri olan Firdevsi Ermiş oldu.

Firdevsi Ermiş mahkemedeki sorgusunda paraların Deniz Feneri Derneği’nde toplandığını ve sonra diğer sanık Gürhan’ın talimatıyla Türkiye’ye aktarıldığını söyledi ve “Organik bağ olmasa da bütün kararlar Türkiye’ye bildiriliyor, onay alınıyordu” dedi. Diğer sanık Mehmet Taşkan da Türkiye’deki bağlantıları açıkladı.

Duruşmalarda bu itiraflar dışında en önemli şey, ortaya atılan diğer isimler oldu. Sanık Ermiş, bütün işlerin başında, Türkiye’deki Kanal 7 yöneticileri Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve Harun Kapuyoldaş’ın olduğunu öne sürdü. Ermiş, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın da RTÜK Başkanlığı’na geldikten sonra Almanya’daki şirketlerde olan hisselerini resmen devrettiğini ancak fiilen ortaklığının devam ettiğini, zaman zaman da kuryelik yaptığını söyledi.

Almanya’daki derneğe yapılan baskında ele geçirilen belgeleri beş ay inceleyen soruşturma ekibinin başındaki başkomiser Alexander Böhm’ün tespitleri görevden alınan Deniz Feneri savcılarının tespitleriyle aynıydı:

“Türkiye’de sözde yapılan yardımlar karşılığında bazı belgelere ulaştık. Burada dikkat çeken, çoğu belgenin aynı kalemden çıkması ve birbirine yakın tarihlerde düzenlenmiş olmasaydı. Bu belgelerde bir muhtarlığın mührü vardı. Biz bunların gerçekleri yansıtmadığını tespit ettik. Para trafiğiyle ilgili üç kaynağımız vardı. Bankadan çekilen nakit para, para kuryeleri ve alındı belgeleri. Muhasebeci Firdevsi Ermiş 12 kez teslim eden, bir kez de teslim alan olmuş. Ancak alındı belgelerinin büyük çoğunluğunun sahte olduğunu tespit ettik. Bütün paralar Zekeriya Karaman’a verilmiş. Örneğin 2005-2006 yılları arasında toplam 755 bin avro doğrudan Zekeriya Karaman’a teslim edilmiş. Ermiş’in çektiği 1 milyon 150 bin avronun kime teslim edildiği belli değil. Bağışların yüzde 60’ının amaç dışı kullanıldığını Ermiş bizzat itiraf etti.”