Olumlu bir adım ama yetmez
DEVLET Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB Genel Sekreterliği’nin yazışmalarında bundan böyle “gayrimüslim” tanımlamasının yerine “farklı inanç grupları” kavramının kullanılacağını açıkladı.
Gösterdiği bu hassasiyet nedeniyle kendisini ve AB Genel Sekreterliği’ni kutlarım.
Alışkanlıklarla kullandığımız bazı kelimelerin, bazı inanç gruplarını ve etnik toplulukları rencide edebileceğini çoğu kez fark etmiyoruz.
Bu nedenle, bunu medenileşme yolunda atılmış önemli bir adım olarak görebilirim.
Ama bunun azınlıklara karşı ayrımcılıkla ilgili genel bir politikaya dönüştürülmesi de gerekiyor, bunu unutmayalım.
Türkiye’de hâlâ azınlık vakıflarının malları ile ilgili mahkeme kararlarını bile uygulamayan tapu memurlarının bulunduğunu, geçenlerde yayımlanan bir Başbakanlık genelgesiyle öğrenmiştik. Zaten biliyorduk da tekrar hatırladık desem belki de daha doğru olurdu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, vergi veren, askerlik yapan azınlık mensupları ile ilgili meseleler hâlâ Dışişleri Bakanlığı’nın işiymiş gibi görülüyor.
Sanki onlar yabancı bir ülkenin vatandaşıymışlar gibi!
Azınlıklara ait okullar ve ibadet yerleri ile ilgili olarak yapılan her olumlu iş, bir “lütufmuş gibi” sunulmaya devam ediyor.
Devletin tüm kurumlarında ayrımcılık, yazılı olmasa bile elle tutulur bir uygulama halinde, kendimizi kandırmayalım.
Bağış, attığı bu olumlu adımla yetinmemeli. Türkiye, kendi vatandaşlarına ayrımcılıklar uygulayan bir ülke olmaktan kurtulmalı.
Bakan, bakmasın bu işi soruştursun!
ADALET Bakanı Sadullah Ergin, 17 yıl önce kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Turgut Özal ile uçak kazasında şehit düşen Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümlerinin şüpheli olduğunu söyledi.
Artık Adalet Bakanı olduğuna göre bu şüpheli olduğunu söylediği ölümleri aydınlatmak için elinde her türlü olanak var demektir.
Yapabileceği çok şey var: TBMM’de çoğunluk kendi partisinin elinde, orada bir araştırma komisyonu kurdurup, bu meseleyi en sonuna kadar takip edebilir mesela.
Artık kendisi ve partisi devletin tüm olanaklarına sahip olduğu için, gizli kalmış her türlü bilgiyi ve belgeyi bu komisyonun emrine sunma olanağına da sahip!
Böyle bir şey söylediğine göre mutlaka bazı bilgilere şu anda sahip olmalı. O bilgeleri bir suç duyurusunda kullanarak, savcıları da harekete geçirebilir.
Ama yapacağı en son şey herhalde dedikodu yapar gibi tahliller ortaya koymak olmalıdır.
Elinde gerçeğe ulaşmak için her türlü olanak varken, bunu yapmayıp, dedikodu ile yetinmek devlet adamlığı ciddiyeti ile bağdaşabilecek bir şey değildir.
Çünkü anlattığı mesele, çok derin ve uzun vadeli bir komploya işaret ediyor.
Turgut Özal’ın ölümü ile başlayıp, Bitlis’in ölümüyle devam eden ve 28 Şubat’a kadar varan bir süreçten söz ediyor.
Böylesine derin bir komplonun varlığından emin olduğuna göre onu ortaya çıkarmak da herhalde görevi olmalıdır.
Bunu yapmadığı sürece bu sözleri de “Elvis yaşıyor” efsanesinden daha inandırıcı olamaz.
Başbakan’a ‘daha sakin bir VIP’ önerisi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün havaalanındaki VIP salonunda gördüğü kalabalık nedeniyle sinirlendi ve oradaki görevlilere sıkı bir talimat verdi: Hakkı olmayanı buradan geçirmeyin, yakarım!
Sözlerinden anlıyoruz ki bu işi bizzat takip edecek!
“Bir Başbakan için ne kadar lüzumsuz bir uğraş” diye düşündüm. Koca bir ülkeyi yönetirken bir yandan da VIP salonlarında disiplin ve düzenin sağlanması işini omuzlarına alıyor.
Bir tür “fedakârlık” diyeceğim ama bu kadar gereksiz bir meseleyle canını sıkması, kafasını meşgul etmesi ne kadar doğru?
Esasen Başbakan, VIP salonlarındaki kalabalıkları kafasına takacağına, böyle bir uygulamaya ne gerek olduğunu düşünmeli.
Uçağa herkes gibi normal bir terminalden geçerek binmenin ne zararı olabilir?
Dünyanın dört bir yanına kişisel seyahatlerim de oldu, resmi heyetlerle de uçtum, yabancı devletlerin konuğu olarak da!
Hiçbirinde bizim VIP uygulamasına benzer bir şey görmedim.
Havayolu şirketlerinin özel yolcu programları için kullandıkları salonların yanı sıra isteyenin terminaldeki işlemlerini daha hızlı ve sakin bir ortamda yapabilecekleri ama bedelini ödeyerek kullanabilecekleri salonlar var.
Türkiye’deki uygulama da böyle olmalı.
VIP muamelesi görmek isteyen, bunun bedelini ödemeli ki o salonların masrafları bu gariban halkın vergileriyle karşılanmasın.
Başbakan “Çok masrafa gireriz” diye de endişelenmesin. Nasıl olsa devlet görevlilerinin, iş gereği yaptıkları harcamaları devlet ödüyor.
Böylece hem daha sessiz bir VIP salonuna kavuşur, hem de bütçemiz gereksiz bir gider kaleminden kurtulur!