Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Askeri gereklilik’ subayları bağlamıyor muydu?

BAŞBAKAN ve Genelkurmay Başkanı’nın Gediktepe Karakolu fotoğrafı tam da bizim tartışma üslubumuza uyan bir konu oldu.

Üzerinde günlerce konuşabiliriz, birbirimizi dinlemek zorunda da değiliz ve herkes bu fotoğraftan kendi sonucunu çıkarabilir. Kimsenin kimseyi ikna edebilmesi mümkün olmaz, “çömelme” esprisi de yıllarca günlük konuşmalarımızın bir parçası olabilir.

Önce şunu söylemeliyim: Söz konusu bölgede, ciddi bir can güvenliği sorunu olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Aptalca cesaretin de övülecek bir yanı olamaz. Bir ülkenin Başbakanı’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın da kendilerini canlı hedef gibi ortalık yere atmaları da onaylanabilecek bir durum değildir. Onlar bunu yapmak isteseler bile, onların güvenliğinden sorumlu olan kişilerin buna izin vermemeleri gerekir. Yakın korumayı yöneten kişinin talimatlarına uymak bu işin olmazsa olmazıdır.

Şu gerçeği herkes kabul ediyor: Bir ülkenin Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın, kendi sınırları içindeki bir ileri karakolda ayakta durmamaları gerekiyor, çünkü can güvenliği sorunu var!

Peki, bir ülkede sıfatı ne olursa olsun insanların can güvenliğinin sağlanmasından kim sorumlu?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da bu durumu eleştirenleri “ayıp etmekle” suçluyor.

Ona da şunu sormak istiyorum: Bir demokraside, bir konu üzerinde fikir beyan etmek neden ayıp olsun?

Genelkurmay, o siperde çömelmenin bir askeri gereklilik olduğunu açıkladı. Ama fotoğrafta bir subayın ayakta olduğu, bir başka subayın da bilgi verirken siperin bir yarım boy üzerinde olduğu görülüyor. “Askeri gereklilikler”, o subayları da bağlamıyor muydu?

Eleştirmeden önce iyi düşünmek gerek

HATAY Valisi, Hassa İlçesi’nin Dedemli Köyü Şekerim Deresi mevkiinde terör örgütü üyelerine karşı konuşlanan güvenlik güçlerinin kekik toplayan köylüleri, terörist sanarak ateş açtığını söyledi.

Vali, “Çok üzgünüz ve müteessiriz” dedi.

“Üzgünüz” ve “müteessiriz” kelimelerini neden bir arada kullandığını tahmin etmek zor değil. Belli ki kelimeler, duygularını ifade etmekte yetersiz kalmış, eşanlamlı iki kelimeyle ifadeyi güçlendirmeye çalışıyor.

Bu haberi okurken, Gediktepe Karakolu’na yönelik saldırıdan sonra yandaş medyada yazılıp çizilenleri hatırladım.

Hatırlayacaksınız, saldırıdan önce bölgede bir hareketlilik saptanmış, taciz ateşine yanıt gelmeyince de karakoldakiler bu hareketin kaçakçılardan ya da hayvanlardan kaynaklandığını düşünerek, taciz ateşini kesmişlerdi.

Ben orada değildim tabii, açıklamalar böyleydi.

Açıklamadan sonra yandaş medyadaki “doğuştan kurmay subayların” taciz ateşinin kesilmesini, askeri eleştirmek için bir fırsat olarak kullandıklarını hatırlayalım.
Demek ki neymiş: Olası sonuçlarını düşünmeden, her gördüğün harekete ateş açmak gerekmiyormuş!

Elbette Hatay’da ateş açma kararı veren askerlerin bu eleştirilerden etkilenip etkilenmediklerini bilemiyoruz.

İki vatandaşımızın hayatını kaybetmelerine neden olan bu acı olay, umarım ki askeri konularla ilgili bilgisi dört aylık eğitimle sınırlı olanların eleştiri yaparken iki-üç kere durup düşünmelerine yarasın.

Uygulamada tutarlılık bekliyorum

ÇEVRE Bakanlığı’nın “gürültü ile savaşı” olanca hızıyla sürüyor. Gazetelerde, Reina ve Sortie’ye çıkarma yapan birliklerin fotoğrafları vardı.

Çevre Bakanlığı’nın “gürültüyü” kendisine bir çevre sorunu olarak dert edindiğini düşünmüyorum.

Öyle olsaydı, çok daha fazla insanı rahatsız eden gürültü ile de mücadele ederlerdi.

İstanbul’u boydan boya kat eden iki tane otoyol var, hiçbir yerinde gürültü duvarı yok! Ve oradaki gürültü 24 saat sürüyor. Çevre Bakanlığı’nın bununla ilgili hiçbir çalışması yok.

Cami hoparlörlerinin desibeli özellikle sabah ezanı vaktinde olması gereken sınırların çok üzerinde!

İstanbul’un bütün gürültü kaynakları yerli yerinde, savaş Boğaz’daki eğlence yerleriyle.

Çünkü amaç gürültü ile mücadele değil, belli bir eğlence anlayışını yok etmek.

Bunu yazdığım için özellikle Boğaz’da oturan arkadaşlarımın hemen telefonlara sarılıp “Biz neler çekiyoruz, haberin var mı” diyeceklerini biliyorum.

Evet, hiçbir şey, insanların huzurunu bozacak sınırı aşmamalı. Turistik gerekçeler, insanların geceleri huzur içinde dinlenmelerine engel olmamalı.

Ama bakanlığın icraatlarında tutarlılık beklemek de hakkımızdır.

“O gürültüyle mücadele etmiyorsan, öbürüyle de mücadele etme” demiyorum elbette.

Bu kentte huzur içinde uyuma hakkı olanlar, sadece evi Boğaz’da olanlar mıdır, onu soruyorum.