John Terry Daum ve Q7
DÜNYA Kupası maçlarını mümkün olduğunca kaçırmamaya çalışıyorum, ama şu ana kadar oynanan maçlardan hafızamda kalan tek bir görüntü var.
O da İngiltere Milli Takımı’nın oyuncusu John Terry’nin kendi ceza sahası içinde yerde sürüklenen bir topa kafasıyla uzandığı an!
Biz futbol severlerin “ayağa kafa uzatmak” diye tabir ettikleri durumun, ete büründüğü bir andı bu. Hayatını futbolla kazanan, bir sakatlık halinde o gelirden yoksun kalacak olan bir oyuncunun, hayati tehlikeyi de göze alarak kafasını topun ve doğal olarak tekmenin önüne uzatması şiirsel bir durumdu. Bizde çok sözü edilen ama örneklerini çok az gördüğümüz “forma için mücadele etmek” bu olsa gerek! Söz futboldan açılmışken iki konuya değinmek istiyorum.
Birisi Fenerbahçe ve Daum’un durumu. Sadece Fenerbahçe’yi ilgilendiren bir durum değil, bizim futbol dünyamızda her kulüpte rastlanabilecek bir durum bu.
Trabzon maçında mesela Bilica’nın vurduğu kafa şutunda top direğe vuracağına kaleye gitseydi, bugün böyle bir konumuz olmayacaktı.
Fenerbahçe’nin son yıllardaki en iyi oyunuyla kazanamadığı maç, şampiyonluğun kaybına ve Daum krizine yol açtı.
Başarı ya da başarısızlık bu kadar basit bir şey olmamalı.
Bir kulüp yönetimi elbette bir teknik adamla çalışmaktan vazgeçebilir. Ama bunun yolu vardır. Sözleşmenizde yazan şartları yerine getirirsiniz, maliyeti sineye çekersiniz ve bildiğinizi yaparsınız.
Fenerbahçe’nin izlediği yol medeni toplumlarda kabul edilebilecek bir durum değildir.
Bir de Beşiktaş’ın on binlerce taraftarın huzurunda yaptığı transfer konusu var. Q7’nin “son yılların en büyük transferi” olduğunu söylüyor Beşiktaş yöneticileri.
Ben de şunu merak ediyorum: Q7, Türkiye’ye gelmiş en iyi yabancı transfer ise neden şu anda Ümraniye’de antrenmana çıkıyor? Neden Portekiz milli takımı ile birlikte Güney Afrika’da değil?
Güney Afrika’da deprem tehlikesi mi var?
DASK, yani Doğal Afet Sigortaları Kurumu hayatımıza 17 Ağustos Marmara depreminden sonra girdi.
DASK adı verilen bu kurum, Başbakanlığa bağlı olarak çalışıyor ve yaşanacak olası bir deprem felaketi sonrasında vatandaşların zararlarının karşılanması için gerekli kaynağı toplamayı amaçlıyor. Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları her türlü özel mülkümüz için; “zorunlu deprem sigortası” yaptırmak zorundayız. Ben de bu kurumun “mecburi müşterilerinden” biriyim.
Şunu merak ediyorum: Ticari olmayan, hatta yaptırılması zorunlu olan ve amacı deprem sonrası felaketler için kaynak toplamak olan bir kurum, neden bir televizyon yayınına sponsor olur?
DASK; TRT’ye, Dünya Kupası gibi izleyici oranının ve dolayısıyla reklam tarifesinin çok yüksek olduğu bir kuşağa sponsor olmak için acaba kaç para ödedi?
Deprem sonrası mağdur durumdaki vatandaşların zararlarını karşılamak adına toplanan paralar, neden ve hangi amaçla TRT’ye reklam geliri olarak aktarılıyor?
Bir yandan 15 bine yakın çalışanı bulunan kurum, kendi kameramanları, yapımcıları dururken neredeyse her işi, yüksek ücretler karşılığında taşeron firmalara yaptırıyor. Öte yandan devletin kurumları, faaliyet amaçlarına hizmet etmekten uzak sponsorluklar ve reklamlarla, bütçelerinin bir bölümünü TRT’ye aktarıyor ve böylece “tuhaf çark, dönmeye devam ediyor”.
Diliyorum ki mantıklı bir açıklaması vardır. Mesela şöyle bir açıklama alırsam çok memnun olacağım: “TRT, DASK’ın reklamlarını sosyal sorumluluk çerçevesinde bedava yayımlıyor!”
Titanic her seferinde batıyor!
AŞK-ı Memnu’nun son sahnesinde Bihter’in intiharı bütün ülkeyi yasa boğmuş! Gazeteler böyle yazıyor. Yine gazetelerden öğrendiğime göre dizinin nasıl biteceği oyunculardan bile saklanmış!
Ne bekleniyordu, gerçekten çok merak ediyorum.
Acaba araştırma şirketleri bu konuda bizlere yardımcı olabilir mi? Bu roman bir kere yazıldı ve yazarı zaten böyle bir sonla bitmesine karar vermişti. O günden beri romanı ne zaman okusak, aynı şekilde bitiyor!
Tıpkı, Titanic’i her seyredişimizde geminin batması gibi bir şey yani!
Bu sıkıntılı haftayı bir fıkra ile bitirelim:
Bir Afrikalı yolda yürürken Leonardo Di Caprio’nun pasaportunu bulmuş ve üzerine kendi resmini yapıştırarak Avrupa’ya geçme ümidiyle Türkiye’ye gelmiş.
Polis Temel pasaportu incelemiş, bir pasaporta, bir adama bakmış ve yan kabindeki arkadaşına sormuş:
“Bu Titanic, yandı mıydı, battı mıydı?”