HÜRRİYET

Önemli ama yarım bir adım

Çalışmak için kaçak olarak Türkiye’de bulunan Ermenistan vatandaşlarının çocuklarına, Türkiye’deki Ermeni cemaatine ait okullarda okuma izni verilmesi önemli bir karardır.

Yakın geçmişte Ermenistan ile ilgili her sorunda bazılarının ilk aklına gelenin bu insanları sınır dışına atmak olduğu da düşünülürse, atılan adımın önemi daha iyi anlaşılıyor.
İstanbul’da bu durumda 1000’e yakın çocuk olduğu biliniyor, sayının daha yüksek olması da elbette mümkün.
Ancak bir sorun var ki bu çocuklar okudukları okuldan diploma alamayacaklar. Okullar kendilerine bir belge verecekler ama ilerideki tahsil yaşamlarında bu belgenin ne işe yarayacağı da meçhul.
Bu çocukların bir bölümü zaten karne, diploma vs. almadan o okullarda eğitim görüyorlardı. Alınan karar şimdi sadece bu eğitimi meşru hale getirecek, hepsi o kadar.
AKP hükümeti bazen böyle önemli ve cesur kararlar alabiliyor ama sonunda ne oluyorsa o adım yarım kalıyor.
Üstelik aynı durumda olan Romanya, Gürcistan, Moldavya gibi ülkelerden gelenlerin çocukları da var. Sayıları belki Ermeniler kadar çok değil ama onlar da çocuk ve eğitim görmeye ihtiyaçları var.
Türkiye, şu ya da bu nedenle bu insanların ülkemize gelip, çalışmalarına göz yumuyor.
Böyle olmasaydı bu kadar çok insan kaçak göçmen işçi olarak ülkemizde bulunmazdı zaten.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu önemli adımı yarım bırakmayıp, bu çocuklara gerçek bir eğitim ve diploma olanağı da sağlamasında yarar var. Ve bu haktan yararlanacaklar sadece Ermenistanlı kaçak işçilerin çocukları olmamalı.
Çünkü o çocuklar, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ihtilafların nedeni değil, eğitimsiz kalmaları bu anlaşmazlıkların sonucu da olmasın.

Azınlıklar kendilerini ‘eşit vatandaş’ hissedecek mi?

Azınlık vakıflarının mallarının iadesi ile ilgili kanun hükmündeki kararname, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde zaten kaybetmekte olduğu davaları sona erdirecek.
Bugüne kadar çoktan yapılmış olması gereken bir durumdu, o yerine getirildi.
Yapılmasaydı AİHM kararlarıyla ya dünyanın tazminatı ödenecekti ya da mallar iade edilecekti.
Yani durum yandaş medyada sunulduğu gibi hükümetin çok büyük başarısı olarak görülmemeli. Uluslararası mahkemenin tutumunun kabulünden başka bir şey değil bu. (Yeri gelmişken Sabah’ın küfürbaz yazarına hatırlatayım. Azınlık vakıflarının mallarına 1936’da el konulduğunu zannediyor, gerçek öyle değil. Vakıf mallarına 1974 yılında Yargıtay’ın verdiği bir kararla el konuldu ve 1936’dan sonra edinilen malları kapsıyor!)
Gazetelerde bu kanun hükmündeki kararname ile “Türkiye’de azınlıklar artık kendilerini eşit bir vatandaş olarak hissedecekler” şeklinde yorumlar da okudum.
Biraz erken yapılmış yorumlar olduğunu düşünüyorum.
Azınlık vakıflarının mallarının iadesi elbette önemli bir adım ama azınlıklara karşı uygulamaların tümüyle iyileşeceğini de göstermiyor.
Bunu bilebilmek için bürokrasinin bu meselelerde gelenekselleşmiş tutumunu terk edip etmeyeceğini de görmek gerekiyor.
Azınlıkların meseleleri ile kim ilgilenecek? Müslüman vatandaşlarda olduğu gibi İçişleri Bakanlığı mı, yoksa Dışişleri Bakanlığı ve “yabancılar şubesi” mi?
Askerlikte karşılaştıkları ayrımcılık bitecek mi?
Ve hepsinden önemlisi, biz sıradan vatandaşlar onlara karşı tutumlarımızla kendilerini “eşit vatandaşlar” gibi hissettirebilecek miyiz?

Listeye sorgu tutanaklarını ekleyin

Türkiye’de tutuklu gazetecilerin, gazetecilik nedeniyle değil, “terör örgütü üyesi oldukları için tutuklu bulundukları” açıklandı.
Açıklamayı yapanlar buna kendileri de inandılar mı bilemiyorum.Tutuklu olan gazeteciler içinde silahlı eylemlere katılmış, terör faaliyeti ve organizasyonu içinde yer almış olanlar da olabilir.
Ama şu anda tutuklu bulunan birçok gazeteci için bu söylenemez. Ve basın özgürlüğünün tehdit altında olduğu iddialarını yaratan şey de bu gazetecilerin tutuklu olmalarıdır.
Sağ olsunlar İstanbul’da çok sayıda gazetecinin tutuklu yargılanmasına neden olan davaların savcıları ellerindeki bilgileri ve belgeleri kimseden esirgemediler.
Hazırlık soruşturması evrakını gazetelerde okuduk. Tutuklu gazetecilere savcıların sorgu sırasında neler sorduklarını da biliyoruz.
Sorulan sorular “o kitabı niye yazdın, bu haberi nereden buldun, o yazıyı yazmayı neden düşündün” gibi sorular. Basının özgür olduğu bir ülkede hiçbir gazeteciye sorulamayacak sorular bunlar.
“Terörist” diye yargılanan bazı gazeteciler ise “propagandadan” dolayı suçlanıyor. Bir fikri açıklamaktan başka nedir ki bu?
Adalet Bakanlığı, bu konuda inandırıcı olmak istiyorsa “terörden yargılanan gazeteciler” listesinin ekine, bu gazetecilere savcılıkta hangi soruların sorulduğunu da ekleseydi, herkes ne olduğunu daha iyi görebilirdi.
“Soruşturma gizli” demesin kimse, gizliliğe kimsenin aldırdığı yok bu davalarda!