Pakistan neden Hindistan’a benzemedi?
HİNDİSTAN ile Pakistan, 15 Ağustos 1947 tarihine kadar aynı ülkeydi. Hindistan, İngiliz egemenliğinden kurtulmaya çalışırken Pencap, Keşmir, Sind ve Belucistan bölgesinde yaşayan Müslümanlar birleşerek bir dominyon kurdular. İngiliz emperyalizminin “böl ve yönet” politikasının bir meyvesidir. İngiliz Milletler Topluluğu’na dâhil bir dominyon olan Pakistan 1956 yılında cumhuriyet oldu.
Askeri yönetim tarafından yıllar sonra idam edilecek olan Zülfikâr Ali Butto seçildikten sonra yeni bir Anayasa yaptı ve o tarihten sonra Pakistan federal bir İslam cumhuriyeti oldu.
Hindistan bugün dünyanın en kalabalık demokrasilerinden biri! İnançlarını özgürce yaşayabilen sayısız dini topluluk var, ülkede neredeyse 20’ye yakın dil konuşuluyor, ama bu farklılıklar güçlü bir demokrasinin yaşamasına ve gelişmesine engel olmuyor.
Tam tersine demokrasinin varlığı bu farklılıkların da korunabilmesine olanak sağlıyor.
Hindistan bugün muazzam bir üretim gücü ile desteklenen her türlü teknolojiye sahip bir ülke.
Gelir paylaşımındaki sıkıntıları elbette sürüyor ama geleceği parlak bir ülke olduğunda herkes hemfikir.
Pakistan ise ne yazık ki doğru dürüst bir demokrasi kurmayı başaramadı. Ülkenin genetiğinde General Ağa Yahya Han’dan başlayan “darbecilik” buna izin vermedi. İslamcı fundamentalizmi de buna eklemek gerekiyor.
Bugünkü Pakistan ise Hindistan ile kıyaslanamayacak bir gerilik içinde. Bin türlü sorunla boğuşuyor, bir türlü iki yakasını bir araya getiremiyor.
60 yıl önce bir arada yaşayan ve birbirleriyle benzer koşullara sahip olan iki ülke arasındaki bu farkı yaratan şey nedir diye hep düşünürüm.
Ve sonunda hep aynı yere varıyorum: Pakistan, Hindistan gibi bir demokrasiyi kurup yaşatmayı başaramadığı için bu durumda. Ve İslâmi şartlara uygun bir yönetim biçimi peşinde koştukları sürece de böyle kalacaklar sanıyorum.
Kâğıtlara veda zamanı yaklaşıyor
BÜTÜN dünyadaki dergi yayıncılarının derneği olan FIPP tarafından düzenlenen “Dünya Dergi Kongresi”ne katılmak için Yeni Delhi’ye geldiğimi yazmıştım.
50 ülkeden binden fazla yayıncının bu kongrede tartıştıkları ana konu dergi yayıncılığının gelecekte alacağı şekil.
Önce akıllı telefonlar ile başlayan, I-Pad ve android tabletler ile şekillenen yeni bir pazar var ve bu durum geleneksel dergiciliği de değişime zorluyor.
Temel sorunlardan biri internette bedava içerik kullanmaya alışmış okuyucunun, tablet ve telefon uygulamalarına belli bir ücret ödeyerek sahip olmalarının nasıl sağlanacağı konusu elbette.
Daha gelişmiş uygulamalar, okuyucuya daha zengin bir içeriğin kâğıt baskıya göre çok daha ucuza sunulması gibi çözümler var elbette.
İlk I-Pad uygulamalarının adeta bir satış patlaması yaşadıktan sonra düşmüş olması başlangıçta bütün yayıncıları karamsarlığa sevk etmişti ama tablet bilgisayarların sayısındaki hızlı artış ile birlikte bu karamsarlık da geride kalmış gibi görünüyor.
İki yıl içinde I-Pad ve android tabletlerin kullanımı o kadar arttı ki bu artış geometrik bir hız da gösteriyor, yakın bir gelecekte elinde bir tablet olmayan kimse kalmayacak gibi.
Benzeri bir gelişmeyi biz de Türkiye’de yaşıyoruz. Dergilerimizin I-Pad uygulamalarının satışında önemli rakamlara ulaşıldı ve uygulamaların kalitesi arttıkça bu artış daha da hızlanacak kuşkusuz.
Hızla kâğıtsız bir dünyaya doğru yol alıyoruz gibi görünüyor. Sadece yayıncıların değil, reklamcıların da gözlerini bir an için bile bu alandan ayırmamaları gerekiyor.
Türkiye, Brezilya’nın yerini aldı
ESKİDEN bu tür kongrelere katıldığımda lisans anlaşmamız olan yayıncılar ile konuşurken hep ekonomik krizlerden söz etmek zorunda kalırdım.
Bu kez aynı yakınmaları onlardan dinlemek garip bir duygu benim için.
Gerçi sonuç olarak bu küçülmüş dünyada hepimiz aynı geminin içindeyiz, bir fırtına çıktığında biz de sallanıyoruz ama Türkiye’nin bugünkü ekonomik istikrarından söz edilmesi de hoşuma gidiyor.
Bir İngiliz yayıncının söylediği gibi: “Türkiye tarihinde ilk kez Avrupa’dan daha güçlü bir ekonomiye sahip!”
Bir de televizyonlardaki Türk dizileri konusu var. Geniş bir coğrafyada Türk dizileri izleniyor ve son zamanlarda en sık karşılaştığım sorulardan biri de Ezel’i izleyip izlemediğim!
İzlemediğimi söylemeye utandığımı belirteyim. Sanırım başka isimlerle gösterilen diziler de var ki ben onların varlığından bile haberdar değilim.
İlginç bir şekilde aynı diziyi farklı ülkelerde kendi televizyon kanallarında izleyenler için dizilerde geçen öyküler ciddi bir sohbet konusu bile oluşturabiliyor.
Türkiye’yi iyi tanıyan bir İtalyan arkadaşım bu sohbetleri dinlerken “Türkiye yeni Brezilya oldu” diye yorumladı bu durumu. Hatırlayın, eskiden biz de Brezilya dizileri karşısında kendimizden geçerdik, şimdi aynı şey belli ki Türk dizileri tarafından gerçekleştiriliyor.