Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yeni Delhi’den izlenimler

YENİ Delhi’de katıldığım kongrenin yapıldığı otel Gurgaon adını taşıyan yeni gelişmekte olan bir uydukentte. Delhi’ye, “Yeni”sinden sonra belli ki bir de bu şehir eklenecek.

“Eski” Delhi’nin tarihi 1200’lere kadar uzanıyor. Yeni Delhi de bu kentin surlarının dibinde İngilizler tarafından 1900’lerin başında kurulmuş. Şu anda nüfusu 20 milyon civarında tahmin ediliyor. 2006 yılındaki sayımda nüfus 17 milyon kişi imiş.
Otelin çatısındaki lokantadan çevreye baktığımda göz alabildiğine yeşillik ve yeşillikler arasından zor seçilen beyaz binalar görünüyor. Bu kadar insanın yaşadığı bir kentte yeşilin böyle çıldırmış olmasının nedeni iklimden başka bir şey değil.
Delhi’yi dinliyorum gözlerim kapalı
Otelin hemen yanından geçen bir otoyol var. Ve otoyolun da kendine özgü bir trafiği! Gişelerin hemen önünden “U” dönüşü yapan otomobiller, otobüsler, kamyonlar ve motosikletler karşı yönden gelen trafiğin içine korkusuzca atılıyor. Muazzam bir korna gürültüsü var. “Her kentin kendine özgü bir sesi var” derler, bu kentinki de “korna sesi” olmalı. Delhi’yi de İstanbul gibi gözlerinizi kapatarak dinlemeye kalkışırsanız, duyabileceğiniz tek ses bu!
Kimse otomobilinin dikiz aynasını kullanmıyor gibi. Otomobillerin, kamyonların ve taksi gibi kullanılan üç tekerlekli motosikletler olan “tuk tuk”ların çoğunun arkasında bir sticker görünüyor: Üzerinde “Horn please” (Korna çalın lütfen) yazılı! Ve herkes korna çalıyor, “Arkandayım” anlamında. Dedim ya dikiz aynası pek kullanılan bir otomobil aksesuvarı değil.
Delhi’de kent içi trafik kazalarında bu yılın eylül ayına kadar 1538 kişi ölmüş, kaç kişinin yaralandığını Allah biliyor. The Times of India gazetesinin dünkü nüshasında bu “sevindirici” bir haber olarak yer alıyordu. Çünkü son beş yılın en düşük ölüm istatistiği bu. 2009’da 1729 kişi ölmüş, geçen yıl ise aynı dönemde ölenlerin sayısı 1638 imiş. Yollarda gördüğüm manzaraya bakılırsa ölümlü kaza sayısının azalmasının nedeni sadece “şans” olabilir, alınan önlemler değil.
Yabancı işçi göçü
Türkiye gibi Hindistan da ekonomisi hızla büyüyen bir ülke! Aklınıza gelebilecek her şey üretiliyor. Yakın geçmişte Hindistan vatandaşlarının iş bulabilmek için yurtdışına çıktıklarını biliyoruz. Şimdi göç tersine dönmüş, rakamlar öyle söylüyor. Avrupa ve ABD’den çok sayıda eğitimli insan, Hindistan’da çalışmak istiyor. Bu yıl, eğitimli yabancı işçi istihdamı Hindistan’da yüzde 20 artmış. Şu anda sayılarının 40 bin olduğu bildiriliyor, bu sayı hızla artıyor. Eğitimli üst düzey yabancı yöneticilerin yıllık gelirleri 250 bin ABD Doları civarında. Orta dereceli yönetici konumunda olanlar 80 ile 125 bin dolar kazanabiliyorlar.
Beni kent merkezine götüren taksi şoförünün kazancı ise 200 doları ancak buluyormuş. O da iyi bir otelin önünde çalıştığı için. “Tuk tuk” kullanarak geçinmeye çalışanların bu rakamı hayal bile edemeyeceklerini söylüyor.
Öyle bir kent ki Rolls Royce, Maserati, Bentley gibi otomobiller satan onlarca galeri gördüm, hemen bir sokak ötesinde ağaçların altına gerdikleri brandaların içinde açıkta yaşayanları da!
Bürokrasinin kral olduğu ülke
Böyle hızlı bir büyümenin olduğu bir ülkede bürokrasinin ve bürokratik engellerin de zayıf olmasını bekliyorsunuz, ama hiç de öyle değil.
Bürokrasi daha ülkeye girerken havaalanındaki pasaport kontrolünde başlıyor ve attığınız her adımda peşinizi bırakmıyor.
Ne işe yaradığını tahmin ediyorum kimsenin bilmediği kâğıtlar dolduruluyor, damgalanıyor, bir kenara konuluyor. Para bozdurmak bile gerçek bir macera.
Türkiye’deki dergi işinde ortağımız olan Alman Burda Verlag Hindistan’da bir yayınevi kurmaya çalışıyor. Geçtiğimiz şubat ayında başlayan şirket kurma işlemleri hâlâ tamamlanabilmiş değil, bu yılın sonunda bitmesi ümit ediliyor! Ama dediğim gibi bu sadece bir “ümit” de olabilir!
O şahane kızlar nerede?
Sinemaların önündeki kuyruklar kadar uzununu Türkiye’de en son 1970’lerin ikinci yarısında o yıllarda çok zor bulunan margarin ve yağ satan marketlerin önünde gördüğümü hatırlıyorum.
Bollywood filmlerindeki ve Hindistan MTV’sinde gösterilen kliplerdeki şahane kızlar ve yakışıklı erkekler ise nerede yaşıyorlar bilemiyorum. Ne sokaklarda ne de gittiğim lokantalarda öyle tiplere rastlayamadım.
Gece hayatının neredeyse hiç olmadığı bir kent burası! Saat gece 12 oldu mu ortalıkta kimse kalmıyor, eğlence büyük ölçüde zengin evlerindeki özel partilerde yaşanıyor.
Tapınaklarda tonlarca adak çiçek
Benim için Hindistan demek, büyük ölçüde rengârenk çiçekler demek.
Sadece bahçelerdeki çiçekler değil, tapınakların içinde tanrılara sunulmuş adaklardan da söz ediyorum.
Sarı, turuncu, kırmızı, mor, pembe… Bir pantone kataloğunda ne kadar renk varsa o kadar!
Tapınaklarda tanrılara sunulan çiçekler ile ilgili ilginç bir haber de okudum. Tanrıça Durga’ya hafta sonunda sunulan adak çiçekleri bir sivil toplum kuruluşu toplamış. Bir günde toplanan çiçek miktarı 6 ton! Sadece çiçeğin “kellesinden” söz ediyorum, sapları hariç! Sivil toplum kuruluşu bu çiçekleri topladıktan sonra “çevre dostu” boya yapımında kullanıyormuş.
O boyalar da Muson yağmurları öncesindeki kutsal günde boyanmak için kullanılıyor.
Milyonlarca insanın kaç ton boya kullanabileceğini ve yağmur suyuyla (o gün yağmur yağmaz ise araçlardan fışkırtılan sularla) yıkanan o kimyasal boyanın yeraltı sularına karıştığını düşünecek olursanız bunun nasıl ciddi bir “çevre koruma” meselesi olduğunu da tahmin edebilirsiniz.
Hem sevdim, hem nefret ettim
Edward Morgan Forster, filme de çekilen (yakın zamana kadar Digitürk’te gösteriliyordu) Hindistan’a Bir Geçit isimli romanında Hindistan’ı gören bir insanın asla tarafsız kalamayacağını yazmıştı. Ya severmişsiniz, ya nefret edermişsiniz!
Son altı ay içinde Hindistan’a üç kez geldim. Daha önceki gelişlerimle birlikte ülkenin hem Kalküta ve Delhi gibi büyük şehirlerini hem de küçük “ruhani” kentlerini görmüş bulunuyorum.
Forster’in söylediği türden kesin bir duygu yok içimde. Olabildiğince fakirliklerine rağmen paranıza göz dikmeden size yardımcı olmaya çalışan, insanı utandıracak derecede aşırı bir saygıyla sorduğunuz bir soruyu yanıtlamaya çalışan insanlarını seviyorum.
Ama sokaklardaki sefalet görüntülerinden nefret etmeme de engel olamıyorum, onlar bu durumlarından hiç şikâyetçi gibi görünmeseler de!