Polisler bu suçu ‘eğlence’ için mi işledi?
GAZETECİ Uğur Dündar’ın ailesinin gizli kalması gereken kişisel bilgilerini Emniyet’in bilgisayarından elde ederek, gazetelere dağıtan üç polis memuru hapis cezasına çarptırıldı.
İlk bakışta önemli ve olumlu bir gelişme gibi görünüyor.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ü yasadışı olarak takip ettikleri iddiasıyla üç polis de “görevi kötüye kullanmak” suçundan yargılanıyorlardı. Mahkeme, yılın son haftasında yapılan oturumda polis memurları için “kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetmek” suçundan ek savunma verilmesini istedi.
Hatırlayacaksınız, söz konusu polis memurları ortam dinlemesi ve takibinde kullanılan araçlar ile Paksüt ve eşini takip etmişler, elde ettikleri bilgileri de malum gazeteler ve siteler aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmışlardı.
Mahkemenin son kararı da ilk bakışta önemli ve olumlu bir gelişme gibi görünüyor.
Ama ben bu kararları ilginç bulmakla birlikte “olumlu” da bulamıyorum.
“Söz konusu suçları işleyen polis memurları bu işi neden ve kimin için yaptılar” sorusunun yanıtını bu yargılamalarla öğrenebilmemize olanak yok.
Sanırım kimse bu suçun polis memurlarının kişisel eğlencesi olarak işlendiğini düşünmüyor.
Bu suçlar bir amaç doğrultusunda işlenmiş olmalı. Amacın varlığı da yetmez, bu suçun işlenmesi için bir tür emir komuta zinciri de gerekli.
Kim olduklarını bilemediğimiz kişiler bu polis memurlarını, bu suça yönelttiler. Emir verdiler ve uygulanmasını sağladılar. Elde edilen bilgileri medyaya servis ettiler. Amaçlarına ulaştılar mı, neyi hedeflemişlerdi bilemiyoruz.
Duvara asılan iki fotoğraftan, berberde kestirilen saçtan, bir okul bahçesinde açılan pankarttan “gizli örgüt” çıkartmayı gayet iyi bilen Türk adaleti, bu polis memurlarının işlediği suçları sanki “bireysel suçmuş gibi” ele alıyor ve yargılıyor.
Oysa ortada bir “gizli örgüt” olduğu ve bu suçları örgütün çıkarları doğrultusunda gösterdiği faaliyetler çerçevesinde işlediği ile ilgili açık bir kuşku olmalı.
Ama savcılarımız bundan nedense hiç kuşkulanmamış gibi görünüyorlar. Polis memurları suçu “kişisel amaçları için” işlemiş gibi yargılanıyorlar.
Bu durum sizlere de tuhaf geliyor mu? “Dokunan yanar” durumu bu suçlar için de mi geçerli yoksa?
İşte Türk adaleti!
ALMANYA’da mahkemenin “yüzyılın dolandırıcılığı” olarak tanımladığı Deniz Feneri e.V. davasının baş sanıklarından Mehmet Gürhan cezasının üçte ikisini hapishanede geçirdiği için geçtiğimiz hafta şartlı tahliye hakkından yararlandı.
Kanal 7 Int. televizyonunun yöneticisi olan Gürhan, fakirlere yardım için toplanan 41 milyon 423 bin Euro’yu amaç dışı kullanmak ve dolandırıcılık suçlarından mahkûm olmuştu.
Mahkeme bu kararını verirken “asıl suçluların Türkiye’de bulunduklarına” dikkat çekmişti.
“Asıl suçluların” Almanya’da yargılanması için savcılığın hazırladığı ikinci iddianame mahkemeye sunulmadı, çünkü Türkiye’nin bu sanıkları yargılanmak üzere Almanya’ya iade etmeyeceği düşünülüyor. Haksız bir düşünce de sayılmaz, çünkü aynı sanıklar ile ilgili olarak Türkiye’de yürütülen soruşturmada da hiçbir yere varabilmiş değiliz.
Varabildiğimiz tek yer, yıllardır bu soruşturmayı sürdüren savcıların görevden alınmış olmaları. Yeni atanan savcıların dosyaya ne kadar sürede vâkıf olabileceklerini ve dava aşamasına ne zaman geçilebileceğini bilmiyoruz.
Almanya’daki ilk davada mahkûm olanlar cezalarını çektiler, serbest kalıyorlar, biz daha “asıl suçlu” oldukları iddia edilen kişileri yargılamaya bile başlayamadık.
Geçen yıldan devreden sorular
ÖNCE yeni yılınızı mutluluk ve sağlık dileklerimle yeniden kutlayayım.
Geçtiğimiz yıl bu köşede aklıma takılan soruları serbestçe sorabildim. 2012’nin ilk köşe yazısında da aynı sorular ile ilgili bir toplu hatırlatma yaparak başlayalım.
1) KPSS Çetesi ne oldu?
KPSS sorularının çalınarak, yurdun değişik yörelerindeki bazı kişilere servis edilmesi suçunu işleyenler ve arkasındaki örgüt hâlâ açığa çıkarılabilmiş değil.
Üstelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu suçluların yakalanması ve dosyanın önce kendine getirilmesi için MİT Müsteşarı’na ve Emniyet Genel Müdürü’ne de özel talimat vermişti. Yakalanan kimse olmadığı gibi, soruların yanıtlarına sahip olanların ifadelerinin alınması bile tamamlanabilmiş değil. Bu örgüt belli ki korunuyor, koruyan kim, örgüt kimlerden oluşuyor?
2) Arınç’a suikast ne oldu?
O tarihte TBMM Başkanı olan şimdiki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenleyeceği iddiasıyla bazı askerler gözaltına alınmış, daha sonra buradan yola çıkılarak “kozmik odada” aramalar da yapılmıştı. Aradan bunca zaman geçti ne açılan bir dava var, ne de suikastı kimlerin, nasıl planladığı ile ilgili bir bilgi. Kozmik Oda’da yapılan aramalar sonucunda ele geçirilen belgeler ile son 30-40 yılın bazı olaylarının aydınlatılacağı da söylenmişti, ne oldu?
3) Kralın hediyeleri neydi, ne oldu?
Suudi Arabistan Kralı’nın ziyarete gittiği ülkelerin devlet başkanlarına ve eşlerine pahalı hediyeler verdiğini uluslararası medyadan öğrendik. Ancak Türkiye ziyaretinde devlet yöneticilerimize ve eşlerine ne armağanlar verdiği devlet sırrı gibi saklanıyor. Bununla ilgili olarak TBMM’de verilen soru önergelerinin hiçbiri yanıtlanmadı, benim yazılarıma da bir yanıt gelmedi. Kral ne hediye etmişti, hediyelerin değeri neydi öğrenemedik! Bilmediğimiz bir başka konu da şu: Yasalarımızda bununla ilgili nasıl bir yol izleneceği açıkça belirtiliyor. Bu hediyeler ile ilgili yasal prosedüre uyuldu mu, uyulmadı mı?
Bu soruları bu yıl da sormaya devam edeceğimi okuyucularımın bilgisine sunmak isterim.