Sezen Aksu ortak paydamızdır!
SEZEN Aksu, önemli bir sağlık sorunundan kurtuldu. Son günlerde aldığım en iyi haberin bu olduğunu söylemeliyim.
Tuhaf insanların yaşadığı bir ülkeye dönüştük.
Bir referandum oylaması bile hayatımızın en önemli günlerinde dinlediğimizde hüzünlendiğimiz, sevindiğimiz, duygulandığımız bir insanı bazılarımızın kalbinden silmeye yetti.
Acaba öyle mi? Sokak tabelalarından çıkardığımız Sezen Aksu ismini kalbimizden silip atabilir miyiz? Hiç zannetmiyorum.
Sezen Aksu, solcusunu, sağcısını, Türk’ünü, Kürt’ünü, dincisini, laikini birleştiren bir ortak paydadır aslında.
Yıldızların üzerinde oturup, dünyadaki resmimize bakabileceğimiz zemini bize o sağladı.
Herhangi bir şarkısını dinlerken bize hiç benzemeyen insanlarla aynı duyguyu yaşarız.
Kim ki tersini söyler, kuşkuyla bakarım, acaba doğru mu söylüyor diye.
Sezen Aksu, referandumda “Evet” oyu kullanacağını söylediğinde kıyamet koptu.
Sezen’i kalbinin bir köşesinde hissedenlerin bir bölümü bunu büyük bir ihanet gibi gördüler.
Aynı duyguları hisseden başkaları da sevindiler, “Sezen bizim gibi düşünüyor” diye.
Bunun neresi kötü olabilir?
Demokratik bir yarış oldu, ben “Hayır” dedim, Sezen Aksu “Evet” dedi.
Bunun için ona kızmam da gerekmiyor, sinirlenmem de, kalbimden silip atmam da!
Ve şunu çok iyi biliyorum: Biz “Hayır” oyu verenler hangi endişelerle “Hayır” dediysek, Sezen Aksu o endişelerimizin bir teki bile gerçekleştiğinde bizimle birlikte aynı safta dikiliyor olacak!
Sanatçı olmak bunu gerektirir zaten. Rüzgârların önünde eğilmemeyi, dik durabilmeyi, kendi fikrini cesaretle savunabilmeyi, her zaman azınlıkların yanında olabilmeyi!
O da yaşamı boyunca bunu yaptı zaten. Bir kere ayrı fikirlere sahip olmamız, bu gerçeği değiştirmez.
Bu halkı birbirinden ayıran bunca şey arasında birbiriyle birleştirebilen az sayıdaki insanlardan biridir Sezen Aksu.
Geçmiş olsun diyorum, daha uzun yıllar boyunca şarkılarıyla hüzünlenmemizi, neşelenebilmemizi diliyorum.
Madem artık “siyasi uzlaşma” zamanı geldi, Recep Bey ile Kemal Bey’in birlikte bir hastane ziyareti yapmalarının önünde de bir engel yoktur.
Kaybolan yıllarımızı bize geri verebilecek olan belki de budur!
Partilerin önce kendileri ‘demokrat’ olmalı
ÇOK sevdiğim bir halk deyişi var: “Her tuzum var diyene, hıyar bende diye koşulmaz!”
Son günlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “siyasi uzlaşma” uğruna sergilediği davranışları biraz da buna benzetiyorum.
Yanlış anlaşılmasın: Türkiye’de demokrasi gelişecekse, bu hiç kuşkusuz ki CHP’nin katkılarıyla olacak. Buna inanıyorum.
Normal olarak ideolojik altyapısıyla, İslam’ı merkeze alan dünya görüşüyle bu AKP’den daha çok CHP’nin başarabileceği bir iş olmalı.
Elbette AKP’nin de klasik bir İslamcı parti olmadığını biliyorum. Bir tür “Türk-İslam pragmatizminin” bu partiyi benzerlerinden farklı kıldığının farkındayım.
Ama bu durum CHP liderinin başı sonu belli olmayan her şeye “Önce ben yaparım” diye atılmasını gerektirmiyor.
Bu iş kapsamlı bir dönüşüm sürecini gerektiriyor ve ön hazırlığı iyi yapılmamış, parti örgütü tarafından iyice sindirilmemiş her çıkışın sonu hüsran olur, bunu biliyorum.
Kişisel görüşüm şu ki Kemal Bey önce partisi içinde bu konularda ciddi bir tartışma ortamı yaratmalı, parti tabanının geniş onayını almış bir politika oluşturmalı, sonra ortaya çıkmalı.
Demokratik bir açılımı yapacak siyasi partinin önce kendisi karar alma süreçlerinde “demokratik” olmalı ki sonuç alabilelim.
AKP’nin bunu bir türlü başaramıyor olmasının nedeni kuşkusuz ki önce kendisinin “demokrat” olmayı başaramamış olmasıdır!
Cumhurbaşkanı karar vermeli
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı süresinin tartışılmasının “hiç de hoş olmadığını” söyledi.
Kendisine bütün kalbimde katılıyorum. Bu iyi bir şey değil.
Siyasi görüşlerini benimsemiyor olsam da sonuç olarak yaşadığım ülkenin Cumhurbaşkanı söz konusu ve “topal ördek gibi” görevini sürdürmesi hoşuma gitmiyor.
Ama bu konuya da bir karar vermek gerekiyor.
Bunu TBMM yapamıyor, “Cumhurbaşkanı’nı görevden almak gibi olur” deniliyor ki katılmamak mümkün değil. Yakışık alan bir durum sayılmaz.
Başbakan, “Yüksek Seçim Kurulu karar versin” diyor ki bizim ülkemiz için gerçekçi değil.
YSK hangi kararı verirse versin, bu yeni bir tartışma demek. Yargıçları, taşıyamayacakları bir yükün altına sokmak demek.
Onun için kararı Cumhurbaşkanı kişisel olarak vermeli. Kişisel bir karar olacağı için de sadece kendisini bağlar!
Bence Başbakan da “Abdullah Bey kardeşinin” bu kararı kendisinin vermesini için için istiyor olmalı.
Hepimizi bu dertten kurtarmak Abdullah Gül’ün elinde!
Hadi bir cesaret!