Sezer’in en beğendiğim yönü
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, tam emeklilik planlarını yaparken, en azından bir dört ay daha görevde kalacağını öğrendi.
Bu konuda neler hissettiğini merak ediyordum ve okuduğum bir haberde merak ettiğim sorunun yanıtını buldum.
Kendisini “tam terhis olacakken görevde kalan bir asker gibi” hissettiğini söylüyor.
Emeklilik planları olduğunu, onların bozulduğunu anlatıyor.
Ahmet Necdet Sezer’in görevi boyunca eleştirildiği de oldu, övüldüğü de.
Övgüler de yergiler de herkesin kendi siyasi tutumundan kaynaklanıyordu. Görevi gereği “tarafsız kalması gereken” bir cumhurbaşkanının eleştirilmesi, bir bakıma görevini iyi yaptığının da göstergesidir diye düşünüyorum.
Ama bence Ahmet Necdet Sezer’in, Türk siyasi tarihindeki asıl yeri görevi boyunca yaptıkları ya da yapmadıklarıyla belirlenmeyecek.
Sezer’i, unutulmaz kılacak olan özelliği “koltuk sevdasına kapılmamış ender siyasi kişiliklerimizden biri olması”dır diye düşünüyorum.
Önce Anayasa Mahkemesi üyeliği ve başkanlığı ve ardından da Cumhurbaşkanlığı gibi “gerçek güç” sahibi makamlarda bulunan bir insanın, bu gücün büyüsüne kendisini kaptırmamış olmasını çok beğeniyorum.
Çok daha küçük makamlarda bulunup, o büyüye kendisini kaptıranların, oturduğu koltuğu ömür boyu kendisine verilmiş sananların ülkesinde, böyle kalabilmek gerçekten kolay değildi.
Dilerim ki özlediği emeklilik yaşamında mutlu olsun.
Bir Arınç daha geliyor
BAŞBAKANLIK Müsteşarı Ömer Dinçer, milletvekili olmak için görevinden istifa etti. Dinçer de, milletvekili olmak için birbirleriyle yarışırcasına görevlerinden ayrılan kamu görevlilerinin çoğunluğu gibi AKP’den siyasete girecek.
Aslında “girecek” demem ne kadar doğru, bilmiyorum. Çünkü zaten siyasetin tam içindeydi.
AKP’den milletvekili olmak için görevlerinden ayrılan devlet memurlarının çokluğuna bakarak, AKP iktidarının kadrolaşma konusunda ne kadar başarılı olduğunu söylemek de mümkün.
Üstelik bu, bu konuda hassasiyetlere sahip olan bir Cumhurbaşkanı’nın döneminde gerçekleşti.
Partili bir cumhurbaşkanı döneminde nelerin olabileceğini siz hesaplayın artık.
Dinçer’in istifasında bunun kadar önemli olan bir başka şey daha var.
Biliyorsunuz kendisi laiklik karşıtı görüşleri ile tanınıyor. Bu konuda yaptığı konuşmalar, yazdığı metinler arşivleri dolduruyor.
Ve bugüne kadar eski görüşlerini değiştirdiğini söylediğini de hiç duymadık.
Bana öyle geliyor ki Ömer Dinçer’in adaylığı, AKP’nin Milli Görüşçü çekirdek kadrosunun laik, demokratik rejime bir meydan okuması.
Öyle görünüyor ki TBMM’ye bir Arınç daha gelecek bu dönemde. Vatana, millete hayırlı olsun!
Su şişesindeki minik notun hatırlattığı şey
STOCKHOLM ’de kaldığım oteldeki odada mini barın üstünde bir su şişesi vardı.
Bu yukarıdaki cümlede belirttiğim durum kimse için sürpriz olmamalı. Dünyanın her yerinde, her otelde bir su şişesi orada durur zaten.
Ancak önemli bir farklılık vardı: Çok şık bir tasarım ürünü olan bu cam şişenin içi boştu.
Boynundan da küçük bir ipliğe bağlanmış minik bir karton sallanıyordu.
Kartonun üzerinde şunlar yazılıydı: “Biz Stockholm’ün suyuyla gurur duyuyoruz. Dünyanın en iyi sularından biridir ve şişenizi musluktan doldurarak içebilirsiniz. Bu su taze, temiz ve çevre dostudur.”
Elbette bu daveti yanıtsız bırakmadım, su gerçekten de bizim şişelenmiş iyi kalite sularımız ayarındaydı.
Yurtdışında her gördüğü şeye hayran olup, “Bizde neden böyle olmuyor” diye hayıflanan birisi değilimdir.
Her ülkenin kendi özel şartları içinde yaşadığını, olanaklarının farklı olduğunu biliyorum.
“Biz Türkler böyleyiz” diye aşağılık kompleksine de kapılmam, çoğu kez de “böyle olmaktan” mutlu olurum.
Ama bu şişedeki notu okurken düşünmeden de edemedim: Bizde de büyük isimli bir sürü belediye başkanı var. Sahip olduğumuz su arıtma teknoloji ve bilgisi de eminim ki buralardan geri değil.
Peki, o halde evlerimizde bile musluktan akan suyu içmeye korkmamızın nedeni nedir?
Belediye başkanlarının yüksek siyaset ile uğraşırken asıl işlerini ihmal etmeleri mi?