Su sorunu her yerde aynı
BEŞ yıl kadar önce Stockholm’de kaldığım otel odasındaki mini barın üzerinde içi boş bir cam şişe vardı.
Şişenin boynuna bir iple bağlanmış minik bir karton parçasının üzerinde şöyle bir not yazılıydı:
“Biz Stockholm’ün suyuyla gurur duyuyoruz. Dünyanın en iyi sularından biridir ve şişenizi musluktan doldurarak içebilirsiniz. Bu su taze, temiz ve çevre dostudur.” Notun altındaki imza Stockholm Belediye Başkanı’na aitti.
O zaman Hürriyet’te bununla ilgili bir yazı da yazmış ve sormuştum: “Bizde de büyük isimli bir sürü belediye başkanı var. Sahip olduğumuz su arıtma teknoloji ve bilgisi de eminim ki buralardan geri değil. Peki, o halde evlerimizde bile musluktan akan suyu içmeye korkmamızın nedeni nedir? Belediye başkanlarının yüksek siyaset ile uğraşırken asıl işlerini ihmal etmeleri mi?”
Şimdi öğreniyoruz ki musluktan akan suyu bir kenara bırakın, damacanalarda “temiz su” diye satılan sularda bile problem varmış!
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “İstersek her gün denetim yaparız, üç ayda bir rutin denetim asgaridir” diyor ama bunca markada problem çıkmış olması gerçeğini değiştiremiyor.
Bakanın bu sözlerini okurken ister istemez şöyle düşündüm: Madem isterseniz her gün denetim yapabiliyorsunuz da neden bunu yapmayı istemiyorsunuz?
Haksızlık etmek istemem, musluktan akan suya güvenmeyip şişelenmiş suyu tüketenler sadece bizler değiliz. İtalya’da şişelenmiş su tüketimi kişi başına yılda 180 litreyi buluyor. 2003 yılı verilerine göre de şişelenmiş su üreticileri yılda 50 milyar dolara yakın kâr elde ettiler. Her yıl bir öncekinden yüzde 10 daha fazla şişelenmiş su içiliyor dünyada.
Şişelenmiş suyun tercih edilme nedeni dünyanın her yerinde aynı: Daha sağlıklı ve güvenilir olduğuna yönelik bir inanç.
Ama bunun boş bir inanç olduğu da su götürmez bir gerçek. Archives of Family Medicine isimli dergi için yapılan bir araştırma, şişelenmiş suların dörtte birinde yüksek düzeyde bakteriye rastlandığını ortaya koydu. Bizim yaşadıklarımızdan farklı bir durum yok Amerika’da da.
Çevre sorunlarıyla ilgilenen bir kuruluş olan Ulusal Kaynakları Savunma Konseyi’nin (NRDC) bir araştırması, etiketinde “saf buzul suyu” yazılı bir markanın, şişelere doldurduğu suyu belediyeden satın aldığını gösterdi. Etiketinde göl ve dağ resimleriyle birlikte “kaynak suyu” ibaresini kullanan bir başka marka da suyunu tehlikeli atık çöplüğünün yakınlarındaki bir fabrikanın otoparkındaki bir kuyudan elde ediyormuş. Aynı araştırma Avrupa ve Amerika’da musluk suyunun kalitesinin, şişelenmiş sulardan çok daha titizlikle kontrol edildiğini de gösteriyor. Kâr hırsının olduğu her yerde benzer sorunlar var ve mesele kamu otoritesinin böyle durumlarda yapanı, yaptığına pişman edecek etkinlikte çalışıp çalışmadığı ile ilgili.
Geleneksel pazartesi yazım
BU hafta “Pazartesi soruları”na eşlik etmesi için seçtiğim şarkı Talking Heads’den, “once in a life time!”
Sorularla şarkının bir ilgisi yok. Sadece sevdiğim ve sıkça dinlediğim bir şarkıyı sizlerle paylaşmak için sorularımıza eşlik etsin diye seçtim.
Çok zorlarsak, sorularımızın muhatapları için “Hayatınızda bir kere dürüstçe yanıt verin” anlamına da getirebiliriz ama dedim ya çok zorlama olur! Youtube’da hem canlı konser icrası, hem de video klibi var. Bugüne kadar bu klibi internette izleyen 5 milyon 576 bin küsur kişinin bir bildiği olduğunu da varsayabiliriz tabii.
Buyurun sorularımıza geçelim:
1– KPSS sorularını çalıp dağıtan suç örgütü neden hâlâ yakalanamadı? Başbakan emir verdi, MİT Müsteşarı’nı bu işin peşine saldı ama ortada yakalanan kimse yok. Dava açılabilmiş değil. Hatta kopyacıların tümünün ifadelerinin alınabildiğinden bile kuşkuluyum. Bu suç örgütünü koruyan birileri mi var?
2– Eski TBMM Başkanı, şimdiki Başbakan Yardımcısı (Allah daha yüce makamlar da nasip etsin kendisine) Bülent Arınç’a suikast işi de gizemini koruyor. Türkiye’yi ayağa kaldıran bu olayla ilgili olarak yıllar geçti, ortada ne bir sanık var ne de açılmış bir dava var. Ne oldu da Bülent Arınç’a suikast girişimini bize unutturmaya çalışıyorlar?
3– Suudi Arabistan Kralı bonkör bir zat ve gittiği her yerde devlet yöneticilerinin eşlerine de mücevherler armağan ediyor. Türkiye’ye geldiğinde kime ne armağan ettiğini ise öğrenemedik bir türlü. Oysa bu hediyelerin alındıktan sonraki 15 gün içinde beyan edilmeleri ve ilgili kişinin kurumuna teslim edilmesi gerekiyordu. Hediyeler ne oldu? Sora sora dilimde tüy bitti, ama hâlâ yanıt alamadık. Sadece ben değil, TBMM’de bu yöndeki soru önergeleri de yanıtsız kaldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e en iyi soruları soranlar ile ilgili internet kampanyasının yeni dönemi geçenlerde başladı. Benimkinin “en iyi soru” seçilmeyeceğini biliyorum ama acaba “en çok sorulan soru” kategorisi açılamaz mı? O zaman bizzat gider Köşk’te sorardım bu soruyu.
Çok failli, tek sanıklı suç
VAN’daki artçı depremde yıkılan ve içinde 24 kişinin yaşamını yitirdiği Bayram Otel ile ilgili olarak açılan davanın tek sanığı var: Otelin sahibi!
Altı kat için inşaat ruhsatı alınmış, yedi kat yapılmış. Depremde hasar görmüş, ama makyajlanarak çalıştırılmaya devam edilmiş. 24 kişi ölmüş ve tek sanık! Belediye buna nasıl göz yummuş, AFAD makyajlanıp çalıştırılmasına nasıl izin vermiş, bunları açılan dava ile öğrenemeyeceğiz çünkü Türkiye’de kamu görevlilerini mahkemelerde yargılayabilmek o kadar kolay değil. İzinler alınacak, yetkili mahkeme bulunacak vs. Ve bu düzen böylece sürüp gidecek, çünkü iktidara gelirken “yasama faaliyeti dışındaki dokunulmazlıkları kaldıracağını” söyleyen hükümet artık o
sözlerini hatırlamıyor.
Devlet memurlarının hatalı işlem ve eylemleri nedeniyle yargılanabilmeleri hâlâ izne tabi ve kendisinden önceki hükümetlerde olduğu gibi bu hükümet de kendi memurlarının yargılanmasını istemiyor.
Açıklarda yüzmenin tam zamanı şimdi
İzninizle biraz denize girip, geri döneceğim. Cumartesi günü bu köşede yine buluşana kadar hoşça kalın.