Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Savcılar AİHM kararlarını hiç okumuş mu?

GALATASARAY için yaptırılan stadyum açılışındaki protesto ve ardından yaşadıklarımız Türkiye’nin nasıl bir korku imparatorluğuna dönüştüğünü gösteriyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ıslıkla protesto edilmesi”, yeni bir cadı avının başlatılması için vesile oldu.
Şişli Cumhuriyet Savcılığı, İstanbul Emniyeti’ne, protestoyu başlatan kişilerin belirlenerek yakalanmaları talimatını vermiş!
Emniyet de Galatasaray’dan davetiye dağıtılan 13 bin kongre üyesinin ve sponsorların listesini istemiş. Hepsi ile tek tek konuşulacak ve “olay” aydınlatılmaya çalışılacakmış!
Yaşadığımız bu durum, benzerine sadece ve sadece Ortadoğu ve Orta Asya diktatörlüklerinde rastlanabilecek bir durum. Elbette Afrika’nın değişik yerlerine dağılmış diktatörlükleri de unutmayalım. Tabii Belarus’u da!
O gün Galatasaray’ın stadyumunda bir demokratik protesto hakkı kullanıldı.
TOKİ Başkanı’nın provokasyonu bu protesto gösterisinin büyümesine neden oldu.
Protesto bir demokraside herkesin hakkıdır, yeter ki şiddete başvurulmasın. Şimdi, savcılığın isteğine bakın, polisin bir cadı avı başlatmak için olayı nasıl büyüttüğüne bakın!
Görüntüler incelenecek, 13 bin kişi taciz edilecek, sponsorların dağıttığı biletleri alarak bir maç izlemeye gidenlerin burnundan getirilecek!
Savcılığın başka işi yok mu? Emniyet’in başka işi yok mu?
Savcılar, kitabın hiçbir yerinde böyle bir suç olmadığını bilmiyorlar mı? Bu insanları neye dayanarak taciz edeceksiniz?
Türkiye’de demokratik hakların kullanımını engellemek isteyen her savcı, elbette ceza kanunlarının orasına burasına tıkıştırılmış maddelerden yararlanarak istediğini gerçekleştirebilir. Ama unutmasınlar ki artık dünya değişti.
Bugün “otoriteyi” sevindirmek, mutlu etmek için yapacakları her şey, yarın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden bir utanç belgesi olarak geri dönecek!

Bu durumda Bakan da istifa etmeli

GALATASARAY taraftarlarına “Geri zekâlı kuş beyinliler” diye hakaret eden bakanlık müşaviri Yasin Ekrem Serim, 1986 doğumlu bir genç.
Yani 25 yaşında!
Bu yaşta bu zekâ diye insan kıskanıyor haliyle. Üniversiteyi hangi yıl bitirdiğini bilmiyorum ama demek ki o kadar parlak bir öğrenciymiş ki AB üyelik görüşmelerini yürüten Başmüzakereci Egemen Bağış’a danışmanlık hizmeti veriyor.
İkinci olasılık da şu tabii: Egemen Bey, bakanlığını eş dost için bir arpalık olarak kullanıyor, vergilerimizi çarçur ediyor!
Yasin Ekrem Serim’in, nasıl olup da tecrübe ve bilgi gerektiren bir müşavirlik görevine atandığının öyküsünü odatv.com’da okudum.
Bu kardeşimizin babası Maksut Serim bir dönem Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürüttü. Başbakanlık örtülü ödeneğinin başındaki isimdi.
Önceki görevi Vakıflar Bankası Genel Müdür Yardımcılığı’ydı. Ancak, genel müdür yardımcılığına atanabilmesi için üniversite mezunu olma zorunluluğu vardı ve 1997 yılında Maksut Serim’in bu göreve atanmasına dayanak olan Kazakistan El-Farabi Devlet Üniversitesi’nden aldığı diplomanın geçersiz olduğu ve YÖK tarafından denkliğinin olduğunu bildiren belgenin sahte olduğu yönünde iddialar ortaya atılmıştı.
21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme heyeti, Maksut Serim’in resmi belge düzenlemek nedeniyle sahtecilik yaptığı kararına vardı. Yargıtay davanın yeniden görülmesini istedi. 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen davada Maksut Serim’in, Basit Belge’de değil Resmi Belge’de sahtecilik suçunu işlediği için 2 yıl hapsine karar verildi.
Maksut Serim’in bir önceki görevi ise bir bankanın, İstanbul Valide Sultan şube müdürlüğüydü. Başbakan Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve belediye iştiraklerinin hesaplarının tümü bu banka şubesindeydi.
Yani bu kardeşimizin, böylesi bir göreve atanmasının bir tek nedeni var: Babası!
Nepotizmin bir örneği daha!
Vergilerimizi yetersiz ve ehliyetsiz insanlara maaş diye dağıtan bakan da istifa etmelidir. Pişkinliğin bir erdem olmadığı ülkelerin hepsinde böyle bir tutum, bu sonucu doğurur çünkü!

Yeni öğrendim, işte yazıyorum!

HINCAL Uluç, dün Sabah’taki köşesinde, Mehmet Ali Birand’ın Galatasaray stadyumunun açılış törenindeki “performansını” eleştirdi.
Hıncal Ağabey, “Birand bu işi atv’de yapsaydı”, benim neler yazacağımı soruyor ve Kanal D’deki Birand’ı korumak için bunu görmezden geldiğimi ima ediyor.
Doğrusu üzüldüğümü söylemeliyim. Beni en iyi tanıyan insanlardan biri Hıncal Ağabey ve sırf “bizim gruptandır” diye yapılan bir hatayı örtbas etmeyeceğimi, gördüğümü ve düşündüğümü yazacak cesarete sahip olduğumu da en iyi o biliyor olmalıydı.
Birand’ın protestolar başlayınca canlı yayında “Eyvah” dediğini, yayından protestoların kaçırıldığını ve televizyonu başında olanların hiçbir şeyin farkına varmadığını Hıncal Ağabey yazana kadar bilmiyordum. Çünkü televizyonu izlememiştim!
Ama şimdi öğrendim ve işte yazıyorum:
Mehmet Ali Birand’ın gazetecilik anlayışı ile benimkinin birbirine pek uymadığını bu köşeyi ve Birand’ı takip edenler bilirler. Zaman zaman ben onu eleştiriyorum, o da beni.
Ama bu yaptığı sadece gazetecilik standartlarının farklılığı ile ilgili değil. Burada aynı zamanda “otoritedenkorkmak” da var! Ve bunun için onu suçlayamayız. Baksanıza maçta ıslık çaldılar diye insanların polise çekildiği, savcılık sorularına maruz kaldığı bir ülkede yaşıyoruz. Birand’ın da hem Galatasaray’ı, hem çalıştığı kurumu, hem de kendisini malum kişinin öfkesinden kurtarmak için bunu yaptığını tahmin edebiliyorum.
Ama ne yazık ki bu tür endişeler ile gazetecilik kaygıları bir arada olamıyor, ikisinden birini tercih etmek gerekiyor!