Tamam, dua et ama fezlekeyi de iste!
ESKİ İçişleri Bakanı Muammer Güler, Mardin’e gitmiş ve orada bir konuşma yapmış.
“Birlik ve beraberliğimizi büyütmeye ve hepimiz için duayı öne çıkarmaya davet ediyorum” diyor.
Konuşması, Mardin’deki AKP’liler tarafından atılan “Dik dur eğilme, Mardin seninle” sloganlarıyla sürmüş.
Mardin halkının kimin yanında olduğunu bilemem ama sloganı atanlara, yanında durmak istedikleri kişi ile ilgili suçlamaları bir hatırlatayım diyorum:
İşadamı Reza Zarrab’tan toplamı 20 milyon lirayı bulan rüşvet almak!
Güler’in bu parayı;
Zarrab’ın bazı yakınlarının Türk vatandaşlığına alınması,
Çin’deki paravan firmalarının oradaki bankalarla sıkıntıların giderilmesi için İçişleri Bakanı sıfatıyla Referans Mektubu yazılması,
Reza Zarrab’ı MASAK’ın takip etmesine yol açan ihbarı yapan Emniyet Müdürü Orhan İnce’nin İstanbul’dan tayininin rüşvet karşılığında çıkarılması,
Zarrab’ın trafik polisinin uygulamalarında durdurulmaması için 1.5 milyon dolarlık rüşvet karşılığında koruma polisi tahsisi,
Sarkuysan A.Ş. adlı şirketin Genel Kurul Toplantısı için görevlendirilecek Bakanlık Temsilcisinin, Reza Zarrab’ın talebi doğrultusunda belirlemesi.
Oğlu Barış Güler’in, söz konusu rüşvet işinin maskelenmesi amacıyla “danışmanlık hizmeti” verdiği, bu amaçla 720 bin dolarlık bir sözleşme imzaladığı da iddialar arasında.
Oğlunun evinde yapılan aramada büyük boy yedi çelik kasanın ve 1 milyon 200 bin lira nakit paranın da ele geçirildiğini tekrar hatırlatayım.
Güler’e önerim, dua etmeyi öne çıkarırken, aklanmak için hakkındaki fezlekenin TBMM’ye gönderilmesi için de çalışmasıdır.
Aksi takdirde bu korkunç suçlamalar üzerine yapışıp kalır, uyarmış olayım.
Ne cemaat, ne diktatörlük
SAPLA samanın birbirine kolaylıkla karıştırılabildiği bir ülkede yaşıyoruz.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, hükümet ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki soğuk savaşı açık hale getirdi.
Bazı devlet memurlarının, resmi devlet hiyerarşisine paralel bir yapı oluşturduklarını zaten biliyorduk, hükümet de bunu görmüş oldu.
Polisin, yargının, bazı bakanlıkların merkez kadrolarının böyle bir oluşum içinde oldukları ve bunun bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek bir durum olduğu da tartışılmaz.
Hükümetin görevi, bu oluşumu ortaya çıkarmak, sorumlularını yargıya teslim etmektir.
Bu konuda hükümetin yanında olduğumu daha önce açıklamıştım.
Ama devlet içindeki cemaatçi oluşumu temizlemek başka bir şeydir, bunu bahane ederek yolsuzlukları örtbas etmeye çalışmak başka bir şey.
Başbakan, cemaatle mücadele ediyor görüntüsü altında iki şeyin peşine düşmüş bulunuyor:
1– Yolsuzluk soruşturmalarını örtmek, soruşturmayı itibarsızlaştırmak ve yolsuzluk soruşturmasının ucunun kendisine de dokunmasını önlemek.
2– Cemaat ile mücadele görüntüsü altında, bağımsız yargıyı tamamen ortadan kaldırıp yürütmeye bağlı hale getirmek ve böylece kendi tek adamlık hayallerini gerçekleştirme yolunda bir adım daha ileriye gitmek!
Bu konuda da hükümetin karşısında olduğumu söylemem gerek.
Devletteki cemaatçi yapılanmanın temizlenmesini istemek, AKP’nin yolsuzlukları örtmek ve hukuk devletini ortadan kaldırmak planlarına destek vermek anlamına gelmez.
Söyleyecek sözü yokmuş!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Berlin’e giderken, Eskişehir’de dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz davası ile ilgili soruyu şöyle yanıtladı:
“Yargı süreci ile ilgili söyleyecek hiçbir sözüm yok.”
Yolsuzlukları örtbas etmeye sıra gelince yargıya söylenmedik söz bırakılmıyor, savcılar, polisler kitleler halinde sürülüyor.
Sıra vahşice duygularla katledilen bir genç insana gelince “yargı süreci” akla geliyor!
Gerçek yüzlerini görebilmeniz için bu ayrıntıya dikkatinizi çekiyorum.
‘Yasadışı işiniz yoksa dinlenmekten korkmayın’
YASADIŞI telefon dinlemelerinin iyice ayyuka çıktığı, soruşturmalar ile ilgisi olmayan yasal dinleme kayıtlarının iddianameleri konduğu günlerde, en çok yazdığım konu, bu işin engellenmesinin gerekliliğiydi.
O vakitler hükümet bu işten çok memnundu.
Bakın, bugün telefon dinleme kayıtlarının ortalığa dökülmesinden en çok yakınanlardan biri olan zamanın Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, 28 Ocak 2009’da Meclis’te bu konudaki eleştirileri nasıl yanıtlamıştı:
“Yanlış işiniz, yasal olmayan işiniz yoksa dinlenmekten korkmayın, istediğiniz kadar konuşun. Teknolojinin önüne geçme imkânı yoktur.”
Aynı Binali Yıldırım, 23 Ağustos 2011 tarihinde de şöyle söylüyordu:
“Telefon dinlemeleri konusunda halkın bir korkusu yok. Vatandaşlarımız rahat olsunlar, zaten sonuç da onu gösteriyor. Tabiri caizse millet paso konuşuyor.”
Şimdi yana yakıla engellemek istedikleri telefon konuşması kayıtlarını yayınlayanları cezadan kurtarmak için özel kanunlar bile çıkarmaya kalktılar, hatırlarsınız.
Geçen seçimden hemen önce kanuna şöyle bir madde ekleyeceklerdi: “Kayıtlar herhangi bir nedenle aleniyet kazanırsa, yayınlamak suç değildir.”
Yöntemleri belliydi: Telefon kaydını, yurtdışından bir internet sitesine koy, konuşma böylece aleni hale gelsin, sonra istediğin gibi üzerinde tepin, yargısız infaz yap, siyaseti yeniden dizayn et!
Bundan ancak “Bir gün sizin için de kullanılır” uyarıları artınca vazgeçebilmişlerdi.
Şimdi işte o günlere geldik ve telefon kayıtlarının yayınlanmasının kendileri için de neler ifade ettiğini anlayabildiler.
Ama hâlâ rakiplerini sıkıştırmak için bu yolu kullanıyorlar, nerede ve nasıl kaydedildiği belli olmayan telefon dinlemelerinden yararlanmaya çalışıyorlar.
Her iki tarafın da bu konuda sabıkası kabarık ve şimdi aynı yöntemlerle birbirlerini yemeye çalışıyorlar.