Teslim olmamanın zamanıdır!
DÜN gazetelerde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne ait şubelerden birinin polis aramasından sonraki halini gösteren fotoğraflar vardı.
Sanki Beyoğlu’nu tsunami vurmuş gibi bir tablo!
Polis, savcılığın talimatıyla bu baskını yaptı. Ne aradığını biliyor olmalıydı ve o aramayı buna göre yapmalıydı.
Ama polis bunu yapmadı. Derneğin tüm kayıtlarını aldığı gibi, çocukların ödevlerine ve gazete kupürlerine bile el konulmuş!
Yardım amaçlı kurulmuş bir derneği, her şeyi alıp götürerek, işleyemez hale getirmek, bu konuda verilmiş bir yargı kararı olmadan o derneği kapatmak anlamına gelmiyor mu?
Polis yarın her hangi bir çalışan nedeniyle bir şirketi bassa ve ne var yok alıp gitse, bu o şirketi hiç suçu olmadan batırmak anlamına gelmez mi?
Kişiler suç işleyebilirler, bunu yargılama sonunda göreceğiz. Dernek neden cezalandırılıp, işleyemez hale getiriliyor, savcılığın ve polisin bunu açıklaması gerekiyor.
Bu operasyonun bu şekilde yürütülmüş olmasının bir tek amacı var: Bu derneğin bağışçılarını ve burs alanları korkutmak! Böylece derneği işlevsizleştirerek yardıma muhtaç çocukları tarikatların eline atmak!
Bu amacı bu kadar kolay gerçekleştirebileceklerini zannedenlerin çok yanıldıklarını göstermeliyiz.
Çağdaş yaşam anlayışının yerleşmesini, çocukların tarikatların eline düşmekten kurtarılmasını isteyen herkese görev düşüyor.
El ele vererek bu yıkımın altından daha güçlü kalkmanın yollarını bulabiliriz.
Maddi olanakları olan parasal yardımla, o kuruluşlarda çalışmak için vakti olan emeğiyle!
Şimdi teslim olmamanın zamanıdır!
İki dernek, iki farklı muamele
ÇAĞDAŞ Yaşamı Destekleme Derneği’ne yönelik tahrip girişimi, Deniz Feneri ile ilgili dava sürecinin neden ağır işlediğinin ipuçlarını da veriyor.
Deniz Feneri e.V. davası Almanya’da aylarca sürdü. Dava süreci günü gününe Türk gazetelerinde, televizyonlarında haber oldu.
Almanya’dan toplanan paraların nasıl Türkiye’ye getirildiğini, kimlerin aracılık ettiğini, bu paraların Türkiye’de hangi işlerin kurulması için kullanıldığını öğrendik.
Almanya’daki davanın sonunda verilen mahkûmiyet kararları, Alman yargıcın olayın Türkiye’deki uzantılarına dikkat çektiği konuşması da herkesin malumu.
Ama Türkiye’de savcılar, bu davayı açabilmek için Almanya’dan tüm dava dosyasının gelmesini beklediler.
Dosya Almanya’dan Türkiye’ye 170 günde geldi. İki aya yakın bir süredir tercümesi sürüyor, bu işin daha en az iki hafta süreceği belirtiliyor.Çeviri bitince savcılar bunu okuyacaklar, kim bilir o da kaç gün sürecek. Sonra Türkiye’deki ayak hakkında dava açılması gündeme gelebilecek.
Bütün bu süreç boyunca deliller karartılmadıysa, kayıtlar düzenlenmediyse tabii! Bu süreç içinde her hangi bir savcının, neden gazetelerde yayımlanan haberleri ihbar kabul edip, söz konusu derneğin Türkiye’deki ayaklarını basmadığını, delilleri toplamadığını da büyük bir olasılıkla hiç öğrenemeyeceğiz.
İki derneğe karşı takınılan bu iki farklı tutum, sorunun kaynağının nerede olduğunu açıkça gösteriyor.
Mesele darbeci cezalandırmak, faili meçhulleri ortaya çıkarmak filan değil.
Türkiye için çok önemli bir davanın kendi yolundan saptırılıp, muhalif cezalandırmaya dönüşmüş olması Türk hukuk tarihine kara bir sayfa olarak yazılacak.
Aynada kendimizi gördük
GALATASARAY-Fenerbahçe maçının sonundaki kavga görüntüleri taraflı tarafsız herkesi rahatsız etti.
Bu rahatsızlığı anlamak zor değil. Çünkü herkes o kavgada kendisini gördü!
Bu ülke, her köşe başında en küçük bir anlaşmazlıkta birbirinin boğazına sarılanlar ile dolu. Küfür sadece bir anlık öfkeyle edilmiyor. Bilgisayarlarının başına oturup soğukkanlı bir şekilde sağa sola küfürler gönderenlerin sayısını bir bilseniz, dudaklarınız uçuklar!
Bu ülkede şiddet, fikrini beğenmediğiniz insanlara karşı kullanılırsa, birçok kişi tarafından onaylanabiliyor.
Yol vermedi diye bıçaklananların, yan baktı diye öldürülenlerin ülkesinde, bir futbol maçının sonunda yumruk yumruğa kavga edenleri görmek hepimizi rahatsız ediyor, çünkü bu yok saymak istediğimiz bir gerçeği gözümüzün içine soktu. Hepimize bir ayna tuttu o aynadan yansıyan görüntülerde kendimizi gördük!
Uzlaşmayı bilmeyen, bir sorunu konuşarak halletmeyi beceremeyenler için bu iyi bir ders oldu mu?
Hiç sanmıyorum!