HÜRRİYET

Uzatsan tam süper olacak!

HRANT Dink’in katiliyle poz veren güvenlik görevlilerinin (polis ya da jandarma olmasının bir önemi olmadığını düşünüyorum) fotoğraflarını görünce gözümün önüne Ali Desidero’nun reklam filmi geldi.

“Türk milletinin” tıraş bıçağı konusundaki ilerlemelerini anlattığı nutkun sonunda onun da eline bir bayrak tutuşturuluyordu!

Bir katille fotoğraf çektirme isteğine, o fotoğraf çekilirken şapkanın çıkarılıp saçların düzeltilmesine bakınca, Türkiye’de bir “derin devlet” varlığına ihtiyaç olmadığını da düşünmek mümkün.

Durumdan vazife çıkarmaya hazır bir kitle var ve bu kitlenin bir yerlerden talimat almasına hiç gerek yok.

Bunu “içgüdüsel olarak” gayet iyi başarabilme kapasitesine sahipler çünkü.

Cinayetin, bildiğimiz klasik örgütlere benzer yapısı olmayan bir çete tarafından işlendiği yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Bu, kendisine benzemeyen her şeyi ve herkesi dışlamaya hazır bir toplumun şiddeti meşru bir yöntem olarak görmesinin sonucu.

Toplumsal iklim bu olunca, böyle bir cinayetin işlenmesinde de, katilin kahramanmış gibi karakolda “belgesel” çektirmesinde de yadırganacak bir durum yok.

Bu nedenle “cinayeti işleyen derin bağlantıları olan gizli bir örgüt mü, yoksa kahvede okey oynayan işsiz ve gelecekten umutsuz milliyetçi gençler mi” soruları da değerini yitiriyor.

Ortada insan ilişkilerinden doğduğu açık bir faşizan gelişme var ve “Türklüğün tehdit altında olduğu” önermesiyle bu tehlikenin altına odun atılıyor!

Katille fotoğraf çektiren güvenlik görevlilerinden birinin, arkadaşının saçına kafayı takmış olması da bana Gaffur’u hatırlatıyor nedense: “Uzatsan tam süper olacak!”

Türkiye’yi yeniden kanlı hesaplaşmaların ülkesi haline getirmek isteyenler için de söylenebilir bu söz: Azıcık derinlik de kazansan, tam süper olacak!

İstanbul’dan kaçıp gitme zamanı

İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Abbas Güçlü’nün “Genç Bakış” programına katıldı.

Söylediklerinin birçoğunun artık haber değeri yok. Çünkü aynı şeyleri neredeyse aylardır tekrarlıyor.

Ama İstanbul’un en acil sorununun ne olduğuyla ilgili soruya verdiği şu yanıtın altını çizmekte yarar var: “İstanbul güvenli bir kent değil! 2010 yaklaştıkça korkularımız daha da artıyor. Ben de çekiniyorum. Gençliğimde kapılara üç-dört kilit vurulmazdı. Şimdi yolda yürümek bile ürkütüyor.”

Topbaş, bu konuda belediyenin yapabileceği çok şey olmadığını söylüyor. Sokakların daha iyi aydınlatılmasından olumlu sonuçlar bekliyor; ama 10 bin yeni polis için yapabileceği bir şey olmadığını vurguluyor.

Kadir Topbaş, iktidar partisine mensup ve Türkiye’nin en büyük ilinin seçilmiş yöneticisi.

O bile hükümete İstanbul’un sorununu anlatmakta yetersiz kalıyorsa, sanıyorum ki yapılacak iş, ilk araca binip İstanbul’dan uzaklaşmak olmalı.

Hükümet, yeni polis kadroları tahsis etmeyi başaramıyorsa yapılması gereken, eldeki mevcut polis kadrosunu daha iyi idare edebilecek bir kadroyu işbaşına getirmektir.

301 gider, 216 gelir!

ADALET Bakanı Cemil Çiçek, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile ilgili tartışmalarda çok önemli bir gerçeğe işaret etti.

“141-142-163 kalktı da ne oldu? Bu maddelere ilişkin suçlara yönelik cezalar yok mu oldu? Daha önemlisi şimdi 301 kalkınca, hákim başka bir maddeyi bulup oradan ceza vermeyecek mi? 301 kalkarsa bu kez 216’dan tutturur.” (TCK 216. madde, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ile aşağılamayı cezalandırıyor.)

301. maddeyle ilgili olarak yaşadığımız sorunların temeli bu konu zaten:

Yargıçlarımızın ve savcılarımızın, kanunları özgürleştirici değil, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı olarak yorumlamaları.

Bugün 301. maddeden kaynaklanan “düşünceyi açıklamayı suç sayma” eleştirilerini geçersiz kılacak bir hüküm, zaten maddenin içinde mevcut, ancak yargı bu hükmü işletmiyor.

Demek ki iş yasa yapıcıya düşüyor.

Hükümetin bu konudaki tavrı, “herkes bir noktada anlaşsın, ondan sonra düzeltelim” şeklinde.

Şunu anlamakta zorlanıyorum: Hükümet, başka yasaları yaparken böyle bir “mutabakat” arıyor mu ki 301 için de böyle bir toplumsal uzlaşma gereksin?