Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hükümet, rüzgârın önünde savruluyor

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat’ta şöyle konuşmuştu: “NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez.”

Dün de şöyle konuştu: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir. Yeraltı kaynaklarının, zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil. Libyalı kardeşlerimiz, güçlü, istikrarlı, huzurlu bir geleceği inşa etmek için her türlü imkâna sahipler. Libya halkına bu fırsat tanınmalı, operasyon işgale dönüşmeden, Libyalıların kendi kararlarını vermeleri için fırsat tesis edilmelidir.”
Aradan geçen sadece üç hafta!
“NATO’nun Libya’da ne işi var” pozisyonundan geldiğimiz yer NATO’nun hangi şartlar altında Libya’ya girebileceğini tarif etmek!
Bir üç hafta sonra hangi noktaya geleceğimizi büyük olasılıkla şu anda Başbakan da bilmiyor, “atom karınca” diye yüceltilen Dışişleri Bakanı da!
Kulislere yansıyanlara bakılırsa Türkiye’nin Libya operasyonuna gemilerle katılabileceğinden, İtalya üslerini açarsa uçak da gönderebileceğinden söz ediliyor.
Libya olayının bizim açımızdan ortaya koyduğu tek gerçek şu:
Türk dış politikasını yönetenler, Libya’da işlerin nasıl gelişeceğini, hangi noktaya gelebileceğini kestiremediler. Buna uygun bir politika geliştiremediler. Onun için şimdi rüzgâr nereye doğru eserse, oraya doğru yöneliyorlar.
Hani artık dış politikada “proaktif” olacaktık?
Öte yandan Türkiye, Libya’daki durumun ve Batı’nın hareket tarzının ne olacağını belirlemek için Paris’te düzenlenen toplantıya da davet edilmedi.
Yandaş medyaya bakıyorum, bu konuda pek bir ses çıkmıyor.
Türkiye, Paris’teki toplantıya çağırılmış olsaydı bu davetin özel anlamlarını anlatmak ve bundan hükümete pay çıkarmak için neler yazabileceklerini kolayca tahmin edebilirsiniz: Türkiye’nin gücü, hükümetin dış politikasının zaferi vs!
Hükümetin ağzına bakarak gazetecilik yapmanın böyle zor yönleri var elbette.

Bu işte bir gariplik yok mu?

ERGENEKON soruşturmasını yürüten savcılık, Odatv muhabiri İklim Bayraktar’ın “taciz iddiaları” ile ilgili olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve eski genel başkan Deniz Baykal’ın “tanık ve mağdur olarak” ifadelerinin alınmasını istemişti.
Kılıçdaroğlu ve Baykal, avukatları aracılığıyla ifade ile ilgili talimat evrak ve eklerinin verilmesini talep ettiler.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kısıtlama kararını gerekçe göstererek bu talebi reddetti.
İlginç bir hukuki durum bu! Bir konu ile ilgili olarak talimatla ifade vermeniz isteniyor ama o talimatın evrakı ve ekleri size verilmiyor!
İfade vermeye gittiğinizde neyle karşılaşacağınızı, hangi gerekçelerle ifadenize gerek duyulduğunu bilemiyorsunuz.
Bu işte bir tuhaflık yok mu?
Amaç bir komployu aydınlatmak mı, yoksa ana muhalefet partisinin eski ve yeni liderlerini bir şekilde Ergenekon Davası’na bulaştırmak mı?