Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yandaşların meseleyi çarpıtma çabası!

AHMET Şık’ın “İmamın Ordusu” isimli kitabının daha yayımlanmadan yasaklanmasını “normal bir durum gibi” göstermek isteyen yandaş gazetecilerin gerekçesi hazır: “Eğer amaç Fethullah Gülen cemaati aleyhine yazılmış bir kitabı toplamak olsaydı, bununla ilgili yazılmış başka kitaplar da toplanırdı!”

Tartıştığımız konuyu kötü niyetli bir bilinçle çarpıtmak, asıl konusundan uzaklaştırmak için bulunmuş bir savunma biçimi.
Sorunumuz Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenmesini anlatan bir kitabın taslaklarının toplanması değil!
Sorunumuz, daha yazılma aşamasında olan bir kitap taslağının toplanması, bilgisayarlardan silinmesi, bunun için gazetecilerin bilgisayarlarına el konulması, yayınevlerinin basılması!
Bir gazeteci yazacağı bir haber ya da kitap için bilgi toplayabilir. Bunları taslak halinde yazabilir. Düzeltilmesi için ya da fikir almak için bunları başkalarına yollayabilir. Bu en genel anlamıyla basın özgürlüğü ile ilgili bir durumdur. Demokratik bir ülkede bu nedenle bir gazeteci suçlanamaz, hazırlıklarına polis tarafından el konulamaz, hiçbir mahkeme de bu yönde bir karar alamaz.
İçişleri Bakanı’nın “Basın özgürlüğü açısından bizden çok geri” dediği ABD’de bile bunun sayısız örneği var.
Öyle olsaydı Watergate skandalı ortaya çıkarılamazdı, Irak’ta ABD askerleri tarafından gerçekleştirilen zulüm ve işkenceleri, Ebu Gureyb’de olan bitenleri asla öğrenemezdik.
Bir kitabın yasalara aykırı olduğunu iddia ediyorsanız, önce yapmanız gereken o yasaları değiştirmektir. Çünkü demokratik bir ülkede bir fikri açıklamak, o fikri açıklayan kitap ya da makale yazmak suç değildir.
Suç, ancak o fikir şiddet ve terör ile ilişkiliyse ve bu ilişki somut bir eyleme bağlanabiliyorsa ve bu kanıtlanabiliyorsa söz konusu olabilir. O da yazanı o eylemi nedeniyle bağlayan bir suçtur, kitabın yayımlanması açısından değil! Bu olay ve bunun karşısında takındıkları tutum, “AKP demokrasisinin” nasıl bir şey olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
“AKP demokrasisi” sadece kendileri için geçerli bir durum. Başka sözlere, başka fikirlere ve başka insanlara tahammülleri yok!

Savaş, güç ve inanç!

CUMA akşamı Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde “Savaş, güç ve inanç” isimli bir sergi açıldı.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, sahip olduğumuz en değerli kültür varlıklarından birisidir. Hatta daha da iddialı olabilirim: Bu müze, dünyada bu çerçevedeki müzeler içinde en önemlilerden biridir.
Ama ne yazık ki yeteri kadar gezmeyiz! Ankara’da şu kadar milyon kişi yaşıyor, bu kadar turist geliyor her yıl gezenlerin sayısı 300 bini ancak buluyor!
Oysa bu müzenin her gün öğrencilerle, meraklılarla dolup taşması gerek.
“Savaş, güç ve inanç” isimli sergi arkadaşım Dağhan Özil’in 26 yıllık koleksiyonculuk macerasının bir sonucu. Aslında “başlangıcı” demeliydim, çünkü koleksiyon bundan sonra başka önemli müzeleri de gezecek ve son durağı da Dağhan’ın İstanbul dışında planladığı bir özel müze olacak.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki sergide tarih öncesinden başlayarak Roma dönemi arasındaki medeniyetlerin kullandığı silahlardan oluşan bir hazine ilk kez vitrinlere çıkıyor.
Onlarla birlikte Dağhan Özil’in koleksiyonundan seçilmiş modern sanat ürünleri de!
Kimler tarafından yapıldıklarını bilmediğimiz nesneler ile her birinin altında bir önemli sanatçının imzası olan eserlerin birlikteliği, “içgüdüden, bilince geçişi” yansıtıyor.
Hasan Bülent Kahraman, sergi için hazırlanan katalogdaki sunuş yazısını şöyle tamamlıyor:
“Hiçbir Tanrı bugüne kadar hiçbir insana ‘neden öldün’ diye sormadı! Ama bu sergi soruyor bu 902.011 yıllık soruyu.”
Ankara’da yaşıyorsanız, yolunuz Ankara’ya düşüyorsa Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin o muazzam atmosferi içinde eski ile yeniyi bir araya getiren ve insanın ölüm yaşam üzerine yeniden düşünmesini sağlayan bu sergiyi gezmenizi öneririm.

KPSS soruşturması ne âlemde?

YÜKSEKÖĞRENİME Geçiş Sınavı’nda soruların çalınmaması ya da kopya çekilmemesi için nasıl önlemlerin alınmak zorunda kalındığını dün yaşadık.
İşe yarayıp yaramadığını henüz bilemiyoruz çünkü bu işlerde çok mahir olan çete hâlâ dışarıda!
Emniyet güçlerinin, elleri serbest kaldığında en çözülmez gibi çözülen meseleleri bile çözebildiğini, bu yetenekte olduklarını görüyoruz. İşte Kayseri’deki caniyi titiz bir araştırmayla yakaladılar, adalete teslim ettiler.
Ama nedense KPSS sınavında soruları çalıp, “belli bir çevreye” servis eden çete hâlâ yakalanamadı!
Oysa Başbakan, hatırlayacaksınız, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “hemen yakalayın ve dosyayı önce bana getirin” talimatı vermişti.
Savcılık soruşturması sürerken, dosyanın önce Başbakan’a verilmesinin istenmesindeki garipliği bir kenara bıraksak bile ortada hâlâ aydınlatılamamış bir çete faaliyeti var!
Öyle bir çete ki, önce soruları çalıyor, sonra bağlantılı olduğu belli bir çevreye onları servis ediyor ve sınavın sadece belli bir kesime mensup kişilerce kazanılmasını sağlamaya çalışıyor.
Bundan daha iyi bir “devleti ele geçirmeye çalışan gizli örgüt” olur mu? Soruların çalındıktan sonra verildiği bilinen kişiler hakkında “bir cemaate yakınlık” iddiası hâlâ ortada duruyor.
Ve insan ister istemez düşünüyor: Bu soruşturmanın bu kadar ağırdan alınmasının nedeni acaba bu mu? Başbakan, başka dosyaların kendisine getirilmesini istemezken acaba bu nedenle mi bu dosyayı önce kendisi görmek istedi?
Bir de şunu merak ediyorum: Türk adli tarihinin en uzun süren “hazırlık soruşturması” Deniz Feneri mi olacak, KPSS soru hırsızlığı mı?