Yargıtay da ‘töre cinayetine’ indirim isterse
KIZINI öldürmekten yargılandığı davada ömür boyu hapis cezasına çarptırılan baba ile ilgili olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu cezada ağır tahrik indirimi yapılmasına karar verdi.
Cinayet, “aile meclisi kararıyla” işlenmişti. Önce erkek kardeşler suçu üstlenmiş, sonra baba kızını kendisinin öldürdüğünü itiraf etmişti. Yani bir “töre cinayeti” için her şey yerli yerindeydi.
Mahkeme kararını verirken hafifletici nedenleri dikkate alarak cezayı ağırlaştırılmış ömür boyu cezadan, ömür boyu cezaya çevirmişti. Bir insanı önceden tasarlayarak öldürürken bu suçu neler hafifletebiliyor, orası ayrı mesele.
Yargıtay’ın bozma kararına mahkeme uymayınca dava, Ceza Genel Kurulu’na gitmiş.
Ceza Genel Kurulu da öldürülen kadının kilitli bir odada tutulurken yaptığı telefon konuşmasında sevgilisine “Buradan kurtulup kocamı kandırabilirsem sana dönerim” sözlerini babanın duymasını “ağır tahrik” olarak niteliyor!
Sanığın cezası duruşmadaki iyi hali de dikkate alınarak 20 yıla indirilmiş, “İyi hal” dediğimiz biliyorsunuz mahkemeye kravat takarak gitmek, duruşma sırasında boynunu bir kenara eğip sessizce oturmaktan ibaret!
Gördüğünüz gibi kanunları nasıl yaparsanız yapın, o kanunları uygulayan zihniyet değişmedikçe, töre cinayetlerinin önüne geçebilmek mümkün değil.
Bir ülkenin en üst yargı organı bile kararlarını verirken kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkını ortadan kaldıranlar için kolayca hafifletici neden ve “ağır tahrik” gerekçeleri yaratabiliyorsa sorunumuzun ne kadar vahim olduğunu defalarca düşünmemiz gerekiyor.
Bu konu kadın hakları açısından baktığımızda -en az bir dangalağın otobüste bir kıza saldırması kadar- vahim bir mesele.
Bir de şunu merak ettim: Acaba bu kararı veren Yargıtay Ceza Genel Kurulu üyeleri içinde kaç kadın yargıç vardı ve onlar ne yönde oy kullandılar?
Sizi çok kınıyoruz, üzdünüz bizi!
OY pusulaları ihalesinde yaşananları hatırlıyor musunuz, bilemedim.
Eminim ki hatırlamayanların sayısı, hatırlayanları dörde beşe katlayacak kadar çoktur. Gündemimizdeki konular o kadar hızlı değişiyor ki bunu da çok yadırgamıyorum.
Yani memleketimizin insanlarını “balık hafızalı olmak” ile suçlamadığımı bilmenizi isterim. Bunun nedeni başka memleketlerde olsa bir-iki sene idare edecek mevzulardan her ay üç-dört tane yaşanıyor, insanlar unutmasınlar da ne yapsınlar?
Oy pusulası ihalesinde ilk teklif 11.9 milyon liraydı. Benim gibi eski parayla konuşma alışkanlığını hâlâ kaybetmeyenler, trilyon diye de okuyabilirler.
Üstelik bu ihalede kâğıt devlet tarafından sağlanacaktı, yapılacak iş sıradan bir baskı işinden ibaretti.
İhale tekrarlanınca aynı şirket bu kez fiyatı 13 kere düşürdü ve ihaleyi 899 bin liraya (eski hesapla milyar) aldı.
O vakit şirketin yöneticisi bu fiyat indirimini “vatanını, milletini sevmek” gerekçesiyle açıklamıştı. İlk teklifi verdiğinde sevmiyor muydu, sevgisi sonradan mı kabardı, bilemiyoruz.
Ankara Sanayi Odası bu ihaleyi inceledi ve sonunda şirketi “kınama” ile cezalandırdı.
Oda Başkanı “Ortada bir tuhaflık var ama mevzuatımız ancak bu kadar cezayı öngörüyor” diyor.
ASO’nun kararı için söyleyebileceğimiz bir şey elbette yok.
Benim ilgimi çeken konu Sanayi Odası’nın “Ortada bir tuhaflık var” dediği bir ihale ile ilgili olarak savcıların kuşkuya kapılmamış olmaları.
Bununla ilgili bir soruşturma açılmadı, açıldıysa da o kadar başarıyla gizlendi ki haberimiz yok!
Sanayi Odası Başkanı “Telefonlar dinlenseydi belki suç ispatlayacak delillere ulaşılabilirdi” diyor.
Metin Münir geçenlerde Milliyet’te “Neden Türkiye’yi soyanların telefonları dinlenmiyor” başlıklı bir yazı yazdı.
Ergenekon İddianamesi’nin sayfalarını karıştırırken ünlü bir işadamı ile iki orgeneralin bir ihalede 90 milyon dolarlık işi 150 milyon dolara yapıp, aradaki 60 milyon doları paylaştıklarına ilişkin bir iddiaya rastlamış.
Askerlerin de işadamının da bununla ilgili olarak soruşturulduklarına ilişkin bir bilgi de yok!
Yazımı Metin Münir’in son cümlesi ile bağlayacağım:
“Türkiye’de her şey değişir, rüşvet ve yolsuzluk değişmez. Birinci Cumhuriyet, İkinci Cumhuriyet falan yok. Yolsuzluğun aşamaları var.”
Hiç aklımdan çıkmıyor!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Oxford Üniversitesi’ne bağlı İslami Araştırmalar Merkezi’nin mütevelli heyeti toplantısına katılmak için Suudi Arabistan’ın Cidde kentine gitti.
Uçağı Cidde’ye sabaha karşı 03.30’da inmiş ve Cumhurbaşkanı’nı Cidde Valisi karşılamış.
Kralın karşılamaması normal, çünkü bu resmi bir gezi değil.
Cumhurbaşkanı Gül’e bu gezide eşi de eşlik ediyor.
Haberlerde Cumhurbaşkanı ile Suudi Kralı arasında bir görüşme olup olmayacağına ilişkin detay göremedim. Belki de görüşmeyeceklerdir, bilemiyorum.
Bütün bu sıfatlar ve ülke isimleri yan yana gelince benim aklıma da her seferinde aynı şey geliyor: Kralın hediyeleri ne oldu?
Bu merak sonunda beni öldürecek belki de ama merak etmeden de duramıyor insan işte!