Kalbin sızlamıyorsa ölmüşsün demektir
NEREDE okuduğumu tam olarak hatırlamıyorum. Büyük olasılıkla genç yaşta kaybettiğimiz İsveçli yazar Stieg Larsson’un Ejderha Dövmeli Kız’ında okumuş olmalıyım. Ama yanılmış olabileceğimi peşinen söyleyeyim. (Millenium üçlemesini hâlâ okumadıysanız, polisiye okumamışsınız demektir, ben söylemiş olayım!)
Şunu da söyleyeyim: Paul Auster’in Sunset Park’ında da okumuş olabilirim bu cümleyi. Tam olarak çıkaramıyorum.
Şöyle bir cümle: “Sabah kalktığında vücudunda bir ağrı hissetmiyorsan, ölmüşsün demektir.”
Geçen sabah, rüzgâr ve dalganın altında mahmurluğumuzu atmaya çalışırken, ağrılardan yakınan bir arkadaşıma bunu söyledim.
O beni düzeltti: “Hayır”, dedi, “bence sabah kalktığında bir pişmanlık duymuyorsan ölmüşsün demektir!”
Eğlenceli geçmiş bir gecenin ardından insanların bir pişmanlık duymaları doğaldır.
Ben ve arkadaşlarımın pişmanlık duyguları artık daha çok “Neden bu kadar çok yedim” ya da “Neden bu kadar çok içtim” arasında gidip geliyor.
Bu da normal! “Fit” görünmek için dünyanın zahmetini çek ve sonra iki saat içinde son bir haftada yaptığın bütün egzersizler çöpe gitsin! İnsan, pişman olmaz da ne olur?
Bizim özel durumlarımız bir yana “eğlence ile geçen geceden, sabah pişman olarak uyanmak” evrensel bir durum.
Çünkü bildiğimiz bütün dinler, çoktanrılı olanlar da dahil, insanlara aşırı eğlenceyi yasaklar.
Sebebi basit: Eğer kendinizi buna kaptırırsanız değişik günahlar işlemeye açık hale gelebilirsiniz. Bu nedenle küçüklükten itibaren kulaklarımızda “Azı karar, çoğu zarar” düsturu çınlar durur.
Bunu ihmal edip, bir önceki gece çok eğlenirseniz sabah daha kafanızı yastıktan kaldırmadan bir pişmanlık duygusu içinde uyanırsınız. “Neden çok içtim? Neden çok yedim? Neden dans edeceğim diye o acayiplikleri yaptım? Neden o kızla fazla ilgilendim?” gibi bir sürü pişmanlık gerekçesi vardır ve yataktan kalkıp, duşa girmeden önce aynaya bakarsanız, kendi yüzünüze karşı bile nefretle bakabilirsiniz.
Ben bunları önemsemem.
Bir tane hayatım var, nasıl yaşadığım sadece beni ilgilendirir ve bir hesap vereceksem onu vereceğim merci de tek bir makam.
Onun için arkadaşımın “Sabah kalktığında pişmanlık duymuyorsan ölmüşsün demektir” sözüne tam olarak katılamıyorum.
Ben bu konuda şöyle düşünüyorum: “Sabah kalktığında kalbinde bir sızı ya da heyecan yoksa ölmüşsün demektir!”
Bu da esasen aşk ile ilgili bir durumdur. İnsanın bir kalbinin olduğunu hatırlaması ve o kalbin çarpıntıları ya da ağrıları ile uyanması âşık olduğunuz anlamına gelir ve sadece bu durumunuz yaşamın devam ettiğini gösterir.
Uzaklaşıp gitmiş sevgililerin ardından yakılan şarkıların bu kadar içimize dokunuyor olmasının nedeni de budur.
Aşk, insanın duyum gücünü arttırır, Edip Cansever’in de işaret ettiği gibi: “Aşk iyidir bak, duyumunu arttırır insanın”!
Kalbimizin ağrıdığını hissetmemizin nedeni odur ve onu hissedemiyorsanız gerçekten ölmüşsünüz demektir.
Onun için ben cümleyi şöyle kurmayı tercih ediyorum: “Sabah kalktığında kalbinde bir sızı yoksa ölmüşsün demektir.”
Ama ne yazık ki böyle ölümlerden sonra kimse ne helva dağıtıyor, ne lokma döküyor!
Yastayım, herkes hasta sanıyor!
ÖYLE bir coğrafyada yaşıyoruz ki ne kadar didişsek ve birbirimizin gözünü oymaya çalışsak da aslında aynı insanlarız. Yunanistan’da böyle bir söz öğrenmiştim. İtalyanca mıdır, Yunanca mıdır, tam olarak bilemiyorum. Vurguya bakarsak sanki İtalyanca gibi geliyor kulağıma.
Söz “Una faça, una raça” şeklinde. “Aynı surat, aynı mantalite” anlamında kullanılıyor. Daha doğrusu bunu bana söyleyen Yunan arkadaşım, böyle açıklamıştı, ben onun yalancısıyım.
Arkadaşıma göre bu coğrafyada yaşayanların, hem akıl yürütme biçimi açısından hem de fiziksel bakımdan birbirlerine benziyor olmalarının nedeni, aynı yemekleri yiyor olmamız.
Doğru olabilir. Sadece aynı yemekleri yemiyoruz, aynı şarkılarla da gülüp, ağlıyoruz ve işlerimizi yürütme biçimimiz de birbirinin kopyası gibi.
Yunan sanatçı Yorgos Dallaras, önümüzdeki cuma günü İstanbul Açıkhava Tiyatrosu’nda bir konser verecek.
Konserin repertuvarı, Dallaras’ın daha önce İsrail Filarmoni Orkestrası ile verdiği konserden oluşuyor. Bu kez İsrail Filarmoni Orkestrası yerine 80 kişilik İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası eşlik edecek Dallaras’a. Şef Hakan Şensoy.
İsrail Filarmoni Orkestrası ile verdiği konserin kaydı bir CD olarak da yayımlanmıştı, dün öğlenden sonra bu yazıyı yazarken müzik setimde o albüm çalıyordu.
Şarkılardan birinde aklıma “Una faça, una raça” sözü geldi.
Bu yaklaşık 500 yıllık olduğu tahmin edilen bir Seferad şarkısı.
Dallaras albümde şarkıyı Yunanca ve İbranice olarak seslendirmiş. Aynı şarkının Türkiye’de de ne kadar çok sevildiğini biliyorum. Ercan Saatçi’nin yazdığı Türkçe sözlerle Ferhat Göçer’den dinlemiştik. Kibariye ve Sefarad grubunun yorumlarını da unutmayalım.
“Yoksun, yine varlığım sürünüyor / sensizliğim bilinmiyor / sen gittin gideli ellerim hep titriyor / kalbim bu acıyı saklıyor / yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim / bu sevdayı kalbime gömdüm ve sen öldün / şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor / yastayım hiç kimse bilmiyor!”
500 yıllık bir şarkı ve bu coğrafyanın her yerinde aynı etkiyi yaratıyor.
Haftaya cuma İstanbul’daysanız Dallaras ile İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı birlikte dinleme fırsatını kaçırmayın derim.