Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

ODATV davasından tutuklu yargılanan gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk, 375 günlük tutukluluğun ardından tahliye edildiler.
Doğal olarak sevindirici bir gelişme. Yakınlarının, arkadaşlarının gözü aydın diyerek mutlu olabiliriz.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gibi “Doğru olan budur. Bütün sanıklar için dikkat edilmeli, uzun tutukluluk cezaya dönüşmemeli” de diyebiliriz. Ve bunların hepsini yaptığımız için vicdanlarımızı rahatlatabiliriz. Bunda bir sakınca yok.

Ama bütün bunlar bu davanın anlamsızlığını ortadan kaldırmıyor ve hapiste geçirilen 375 günü geri getirmiyor.

Bu arkadaşlarımız terör örgütü üyesi oldukları için yargılanıyorlar.

Sorgularında kendilerine sorulan sorular “O kitabı niye yazdın, bu kitabı sen mi yazdın, o haberi neden yaptın, bu yorumu neden yazdın” gibi gazetecilik mesleği ile ilgili sorular.

İddianame, birbiriyle pek benzeşmeyen sanıkların aynı örgütün üyesi olduklarını ileri sürüyor ama örgütsel ilişkiyi destekleyen somut deliller de yok.
Hiçbiri silahlı bir eyleme bulaşmamış, hatta silahları bile yok!

Ama bir yıldır tutuklu yargılandılar, şimdi tutuksuz olarak yargılanmaya devam edilecekler. Aynı davada tutuklu bulunan öteki gazetecilerin ne zaman çıkacakları ise meçhul!

Kusura bakmayın ama bu tahliyeler için bu kez ben “yetmez ama evet” demek durumundayım!

Bana her şey seni hatırlatıyor

BAHÇEŞEHİR Üniversitesi, bu hafta sonunda Türkiye’yi ziyaret edecek olan Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa’ya “fahri doktora” unvanı verecek.
Hak edilmiş bir unvan olduğuna kuşku yok, kendisi ülkesinin en iyi ekonomistlerinden biri kabul ediliyor.

Correa’yı sizler de bu köşeyi uzun süredir izliyorsanız, hatırlarsınız.

Suudi Arabistan Kralı, Ekvador’u ziyaretinde Correa’nın eşine değeri “yüz binlerce doları bulan” bir mücevher seti armağan etmişti.

Correa daha sonra bir basın toplantısı düzenlemiş ve “mücevherler eşime Ekvador Devlet Başkanı’nın eşi olduğu için verildi. Bu hediye ona değil, Ekvador halkına aittir” açıklamasını yapmıştı.

Bu mücevherleri satarak sosyal bir projeye finansman sağlamak istediğini söylemiş ve Suudi Kralı’nın da hediyelerin satılarak böyle bir iş için kullanılmasına kırılmayacağını umduğunu belirtmişti. Takvimler 2007 yılının Aralık ayını gösteriyordu.

Ben de o malum soruyu ilk kez 19 Aralık 2007 tarihinde sormuştum!

Yani “Suudi Arabistan Kralı’nın Türkiye ziyaretinde benzer bir hediye verilip verilmediğini, verildiyse neden beyan edilmediğini”!

O günden beri kaç kere sordum hatırlamama olanak yok, google’da bir arama yapmaya da üşeniyorum doğrusu.

Daha sonra bu soruyu Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila da bir televizyon programında Cumhurbaşkanı’na sormuş ancak açıklayıcı bir yanıt alamamıştı.

Correa’nın Türkiye ziyareti sırasında bir de fahri doktora alacağı ile ilgili basın açıklamasını okurken eski soruyu hatırladım yine. Zaman nasıl da geçip gidiyor!

Sorunu çözecek olan şikâyet etmemeli

ANKARA’da düzenlenen “AİHM kararları ve ifade özgürlüğü” sempozyumunda Adalet Bakanı Sadullah Ergin özel yetkili mahkemelere ihtiyaç sürdüğünü ama “yargılama usullerini ve yetkilerini gözden geçirmenin sağlıklı olacağını” söyledi.

Ben de bu düşüncedeyim. Sorun bu mahkemelerin varlığında değil, iş yüklerinde, yetkilerinde ve bu yetkinin savcılar tarafından kullanılış biçimlerinde yatıyor.

Özel yetkili savcı Mehmet Berk de buna işaret etmiş zaten: Kendisi gibi özel yetkileri olan İspanyol savcının yılda iki dosyaya baktığını ama kendisinin yılda 100 dosya ile uğraştığını söylüyor.

Böyle bir iş yükünde savcının yetkilerinin “özel” olmasının da tek sonucu oluyor: Önce tutukla, aylar sonra iddianame yaz, görelim bakalım mahkemede ne çıkacak?

Sempozyumda konuşan Prof. Dr. Bahri Öztürk sorunun bu boyutuna işaret ediyor: “Önemli olan hak ihlali yapmamak, delilden sanığa gitmek. Bizde ne oluyor?

Daha hiçbir şey yokken yakalama, dört beş ay sonra iddianame. Sabaha karşı baskınlar yapmak kanunun neresinde var? Gazeteciler de yanlarında gidiyor. Hani lekelenmeme hakkı, hani masumiyet karinesi?”

Prof. Dr. Öztürk’ün şu sözleri de toplantıya katılan yargıç ve savcılardan büyük alkış almış:

“Doğrudan soruşturma yetkisi nedeniyle bugün hedef oldu hâkim ve savcılar. Çünkü ilk defa kendisini dokunulmaz sananlara dokunulmuştur. Generali korunur, büyükelçisi korunur, korunmayan sadece vatandaştır. Bu ne biçim demokrasidir?”

Bu haberlerle ilgili iki küçük notum var sadece:

Birincisi Adalet Bakanı’na: Yargılama usullerinin ve yetkilerinin gözden geçirilmesi gerekiyorsa bunu kim yapacak? Bakanlık makamı şikâyet etme makamı değil, yanlış görülen işleri düzeltme makamıdır!

İkincisi savcı ve yargıçlara: Alkışlamak yetmez, madem bu fikre katılıyorsunuz o zaman vatandaşa da “dokunurken” daha dikkatli olmalısınız. “Ben tutuklarım, sonra bir ara vakit bulup iddianameyi yazarım, varsın derdini mahkemede anlatsın” dememelisiniz.