Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fransa gezisi tam da beklendiği gibi geçiyor.
Fransızların kapalı kapılar ardında daha olumlu davrandıkları da biliniyor ama bunu dışarıya mümkün olduğunca yansıtmamaya çalıştıkları da bir gerçek.
Chirac “Fransa pozisyonunu değiştirmedi. AB Komisyonu raporunu bekliyoruz” demekle yetindi.
Dışişleri Bakanı Barnier de “Türkiye’nin önünde tam üyelik için daha uzun bir yol var” diyerek net bir tavır ortaya koymaktan kaçındı. Sanki Türkiye hemen yarın AB üyesi olacakmış, sanki Türkler tam üyelik müzakerelerinin 8 – 10 yıldan önce bitmeyeceğini bilmiyorlarmış gibi.. 
İçlerinde en komiği de Fransa Sosyalist Partisi lideri olmalı.. “Türkiye, Ermeni soykırımını tanımalıdır” gibi nereden çıktığı belli olmayan bir yeni şart öne sürdü..
Bizim heyetin tavrı da yaz ortasında peydah oluvermiş bir Noel Baba’yı andırıyordu. 
Airbus alalım, nükleer santral yapalım, Marmaray’ı verelim, silah sipariş edelim gibi bir dizi “havuç” uzatıldı Fransa’ya..
Eğer bu “havuçlar” işe yararsa ve Türkiye bu sayede Fransa’nın direnişini kırıp müzakereler için tarih almayı başarabilirse bu da AB tarihine geçecek bir ilk olacak.. 
‘Milyarları’ kaptılar
Türkiye, Avrupa Birliği’ne ilk genişleme hareketinden itibaren katılan bütün ülkeler para yardımı alırken, üye olmak için para ödeyen ilk ve tek ülke olacak!
Tam ve kesin bir rakama ulaşmak çok zor ama mesela Yunanistan’ın AB üyeliği sürecinde Birlik’ten aldığı yardımın tutarının 10 milyar dolardan fazla olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde üyelik müracaatı yaptıkları dönemde Avrupa’nın nispeten az gelişmiş ülkeleri olan İspanya, Portekiz gibi ülkelerin aldıkları parasal yardım da bu rakamdan az değil. 
Sadece Polonya’nın aldığı 8 milyar euro.. Yakında üye olacak Romanya’ya 4,3 milyar euro tahsis edildi.
Bulgaristan’da kişi başına 15 euro AB yardımı düşüyor.
Son dönemde üye olan az gelişmiş eski Sovyet cumhuriyetleri ile eski Doğu Bloku ülkeleri için AB’den 1990’dan başlayarak 2006’ya kadar ayrılan genişleme bütçesi 66.7 milyar euro!
Başka kapı mı var?
Biz ise bu süreçte ekonomimizi geliştirmek, toplumsal gelişme düzeyimizi yükseltmek için bırakın parasal yardım almayı, üzerine para teklif ediyoruz!
Hadi diyelim ki Airbus’tan uçak almak kaçınılmaz bir zorunluluk.. Zaten bu piyasada iki büyük üretici var ve uçak almak zorundaysanız gidebileceğiniz başka bir kapı yok. 
Acaba nükleer santrallar için bunu söyleyebilir miyiz?
Her biri 5 milyar dolarlık 2 – 3 nükleer santral ihalesi teklif etmek Türkiye için de iyi bir alışveriş olabilir mi?
Avrupa’da neredeyse 20 yıldır hiç nükleer santral yapılmadığını, Almanya’nın nükleer santrallarını kapatacağını bilmiyormuşuz gibi.. 
Türkiye’nin elektrik üretiminin artık modası geçmiş bir eski teknolojiye bağlanmasının sakıncaları bu ülkede yıllarca hiç tartışılmamış gibi..
Şunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor: Türkiye’nin AB üyeliği uluslararası anlaşmalarla kazandığı bir haktır. “Kopenhag Kriterleri’ne uyum”dan başka da bir şarta bağlı değildir. 
Türkiye’nin bu şartı yerine getirip getirmediği ise önümüzdeki sonbaharda açıklanacak AB Komisyonu raporunda belli olacak.
Komisyon raporunun olumlu olacağı, Türkiye’nin bugün AB üyesi olan birçok ülkeden çok daha fazla Kopenhag Kriterleri’ne uyduğu da bir sır değil. 
Yapılması gereken şey, uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızı savunmak ve verilen sözleri tutmama eğiliminde olanları bu anlaşmalara uymaya zorlamaktır.
AB üyeliği satın alınacak bir şey değildir.
Türkiye’nin tarihsel ve siyasal gelişim sürecinin bir sonucudur ve hakkıdır. 
Bunun bir ticari pazarlığa dönüştürülmesi, gelecekteki AB – Türkiye ilişkileri açısından da ciddi sorunlar yaratacaktır.
