Psikolojik araştırmalara çok meraklı bir arkadaşım anlatmıştı, ben de size anlatayım.
1973 yılında ABD’deki Stanford Üniversitesi’nde psikolog Philip Zimbardo bir deney yaptı.
Üniversitenin psikoloji bölümünün bodrum katında kurulan sahte bir hapishanede bir grup öğrenci mahkûm, diğer grup öğrenci de gardiyan rolünü üstlendiler.
Zaman geçtikçe mahkûmlar yumuşak direnişler, gardiyanlar da otoriter tavırlar göstermeye başladılar.
Giderek bu iki tutumun birbirini beslediği ve büyüttüğü gözlemlendi. Direniş isyana, otorite kötü muameleye dönüşmeye başlamıştı.
Durum giderek kontrolden çıkıyordu ki deney altıncı gününde durduruldu.
İki grup denekte de depresyon, kontrolsüz ağlama ve psikosomatik hastalıklar gözlendi..
Bu ilginç deneyi hatırlamama yol açan olay Alanya’da ciddi bir şoka yol açan Lisa Olayı oldu..
Dikkatli okuyucular hatırlayacaklardır, 11 yaşındaki Lisa daha önce cinsel tacizden sabıkası olan bir kişi tarafından tecavüz edilerek öldürülmüştü.
Bu olay üzerine Alanya’da eski sabıkalılara işyeri açma izni verilmemesi yolunda bir kampanya yürütüldü.
Milliyet Akdeniz gazetesinden izleyebildiğim kadarıyla da kampanya belediyeler tarafından da benimsendi ve gerek Alanya merkezde ve gerekse çevre belediyelerde bu tür bir “karşı eylem” fikri ağırlık kazandı..
Tecavüze uğradıktan sonra öldürülen küçük bir kız çocuğunun o son anında nasıl bir korku yaşamış olabileceği, bu korkunç olayın herkesin başına gelebileceği endişesi gibi faktörlerin insanları dehşete düşürmesi son derece doğal.
Tecrit etmek yanlış
Ancak her “doğal tepki” gibi sonuçları önceden düşünülmemiş bir girişim diye görüyorum..
Bu girişim, teorik olarak suç işleyen bir kişinin yargılanıp cezasını çektikten sonra aynı suçtan bir kez daha cezalandırılması anlamına geliyor her şeyden önce..
Bu yönüyle de bütün insan hakları savunucularının karşı çıkmaları gereken bir girişim.
Oysa şunu kabul etmeliyiz ki mahkemelerin cezalandırdığı bir kişi, cezasını çektikten sonra belki “sabıkalı” olabilir ama asla peşin bir suçlu olarak kabul edilemez.
Eğer böyle olursa cezalarını tamamlayan eski suçluların topluma yeniden iyi vatandaşlar olarak kazandırılmaları nasıl mümkün olabilir?
Kendi yaşamlarını sürdürebilecekleri ve normal insanların yaşamlarına karışabilecekleri bir iş bulamaz ya da iş kuramazlarsa bu onları yeniden suç işlemeye bir anlamda “azmettirmek” değil midir?
Öte yandan şunu da biliyoruz: Birçok eski suçlu, cezasını tamamladıktan sonra yeniden benzer bir suçu işliyor.
Bu durumda da dikkatlerimizi çevirmemiz gereken şey, eski suçluların cezaevi sonrasındaki yaşamlarını cehenneme çevirmek midir, yoksa cezaevi sistemimizin suçluları ıslah etmekte ne kadar becerikli olduğu mudur?
‘Sistem’ değişmeli
Stanford’daki Zimbardo Deneyi’ni hatırlamama yol açan şey de bu oldu..
Cezaevlerimiz, “en moderni” diye hükümetler tarafından lanse edilenleri de dahil olmak üzere suçluları “ıslah” etmiyor.
Bizim cezaevi sistemimizin özü mahkûmlara “yaptıklarının bedelini ödetmek”le sınırlı..
Mahkûmların psikolojik gelişmeleri, eğilimli oldukları suçlarla ilgili olarak ciddi bir psikolojik destek ve tedavi görmeleri önemsenmiyor, hatta tümüyle ihmal ediliyor.
Eminim cezaevlerinin kadroları içinde “psikolojik danışmanlar” da vardır ama belli ki bunların ne sayıları ne de olanakları bütün sistemi ayakta tutmaya yetecek düzeyde de değil.
Bunun sonucu cezaevlerinde sadece “cezalarını çeken” ve kimi zaman da gerek öteki mahkumlardan ve gerekse cezaevleri personelinden kötü muameleye maruz kalan eski suçluların, cezalarını tamamladıklarında aslında ruhsal açıdan hiç de iyi sayılabilecek durumda olmadıklarıdır..
Talihsiz Lisa’nın öyküsü olayın geçtiği çevredeki toplumda haklı bir infial yarattı.
Şimdi bu acı olaydan dersler çıkarıp, benzerlerinin bir daha yaşanmaması için neler yapabileceğimize bakmamamız gerekiyor.