MİLLİYET

Adam ol ve ardımdan gelme!

 Goethe, Schiller’e yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Etkinliğimi arttırmadan ya da doğrudan doğruya canlandırıp yaşamıma bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum.”

Nietzche bu sözü “Tarihin yaşam için yararı ve yararsızlığı üzerine” isimli çalışmasının önsözüne koymuş. Ben de orada okudum zaten. (Tarih Üzerine, Say Yayınları, Çeviren: Nejat Bozkurt.)
Diyebilirim ki bütün öğretim hayatımda farkında olmadan Goethe’nin dediği gibi davranmışım.
İlkokuldan başlayarak, üniversiteyi bitirene kadar kendime hep bu soruyu sordum durdum: Bunu öğrenmemin bana ne faydası var?
Özellikle tarih derslerinde anlatılanları dinlerken bunu düşünürdüm. Bir sürü isim, tarih, savaşlar, anlaşmalar, zaptedilen ülkeler…
Daha sonra biraz işimin de gereği olarak çok dolaşmaya, gezmeye başlayınca vaktiyle bana çok gereksizmiş gibi görünen bilgilerin işime yaradığını farkettim. Eğer gittiğim ülkenin ya da kentin tarihi ile ilgili az da olsa bir şeyler biliyorsam orada bulunmanın bana daha çok zevk verdiğini hissettim.

‘İzlerin’ içinde…
Bunun sonucu tarihi yeniden sevmem oldu. Aslında “yeniden” fazla, çünkü okuldayken hiç sevememiştim, tarihi sevmeye başladığımı hissettim. Tarih kitaplarını okumaktan zevk almaya başladım.
Özellikle de Osmanlı ve Roma tarihini… Bu da çok doğaldı çünkü yaşadığım ülkenin neresine gitsem onlardan bir izle karşılaşıyordum, çoğu kez de o “izlerin” içinde yaşıyordum…
Kamuoyunda Tarih Vakfı olarak bilinen Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın kitapları ve düzenli olarak yayımladığı dergiler, tarih ile ilişkimi düzene soktu.

Tarih, ete kemiğe bürünüyor
Başka vakıflara haksızlık etmek istemem ama sanırım özellikle kitap ve dergi yayınları açısından Tarih Vakfı’nın çalışmalarının her türlü övgüye layık olduğunu düşünüyorum. Vakfın çalışmalarının ve tarih bilincini genç kuşaklara da yerleştirme yolunda attığı önemli adımların geleceğimiz için çok önemli bir entelektüel alt yapı yarattığı inancındayım.
Bugün bu yazıyı yazmaya ve gecikmiş bir teşekkürü ifade etmeye beni yönelten şey ise Tarih Vakfı’nın 1999 yılında başlattığı bir projedir: Yerel Tarih Grupları Projesi…
Bu proje, tarihi, uzak yerlerin ve geçmiş zamanların konusu olmaktan çıkarıp ete kemiğe büründürüyor… Bizleri çevreleyen aile ve göç öyküleri, şehirler, mahalle ve sokaklar, içinde kuşaklar yaşamış evler bir tarih mekanına dönüşüyor… Albümlerde kalmış eski fotoğrafların, aile büyüklerimizden dinlediğimiz öykülerin aslında bir tarih malzemesi olduğunu gösteriyor.
Tarih Vakfı’nın elinde yaşlı kişilerin anlatımlarına dayanan binlerce “sözlü tarih” dokümanı birikmiş durumda. Bunlar geçmişten geleceğe kalan tanıklıklar…
Vakıf tarafından yayımlanan “Geçmişin İzleri – Yanıbaşımızdaki Tarih İçin Bir Kılavuz” (Esra Danacıoğlu) isimli kitap da yakın çevremizden yola çıkarak tarihin izini nasıl sürebileceğimizi öğretiyor bizlere…
Goethe ile başlamıştık, yine onunla bitirelim. Genç Werther’in Acıları’nda şöyle diyor: “Adam ol ve ardımdan gelme, beni izleme…”
Geçmişin hatalarını tekrarlamamak için tarihi doğru ve iyi öğrenmek gerekiyor.