MİLLİYET

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler

 Bir arkadaşımdan çok ilginç bir armağan aldım geçen gün. Bu, ucunda bir kum saati sallanan bir anahtarlık…

Bu anahtarlığı nasıl kullanacağıma karar veremedim. Bunun nedeni ucundaki küçük kum saatinin bildiğimiz kum saatleri gibi olmaması.
Klasik kum saatini dolu kısmı yukarıya gelecek şekilde bir yere koyduğunuzda size geçen zamanı gösterir.
Saatin büyüklüğüne göre milyonlarca küçük kum tanesi daracık bir boğazdan koşarcasına birbirini itekleyerek geçip aşağıdaki haznede toplanır.
Onu seyrederken zamanın aslında nasıl büyük bir hızla geçip gittiğini, düşen her kum tanesinin bir daha geri gelmeyecek şekilde yaşamımızı da peşine takarak aşağılarda bir yerlere doğru akıp gitmekte olduğunu düşünürüm.
İnsan yaşamı denilen süre aslında bir büyük kum saatinden başka bir şey değildir. Doğduğunuzda tersine çevrilir ve akar gider… Son kum tanesinin düştüğünü artık siz bilemezsiniz.
Zamanın sonsuz akıcılığı içinde siz de artık bir kum tanesine dönüşürsünüz. O andan sonra ne işler kalır geride, ne verilen sözler ne de bir gün gerçekleşmesini beklediğiniz umutlar… Gerisi mutlak bir boşluktur…
Anahtarlığın ucundaki kum saatinin farklılığı bundan kaynaklanıyor.
Bu bildiğimiz kum saati ama içinde bir sıvı var. Turuncu renkli kumlar sanıyorum bu sıvının kaldırma gücünün etkisiyle tersine akıyor. Yani dolu kısmı aşağıda bıraktığınız vakit kum geriye, yukarıdaki hazneye doğru hareketleniyor.
Bir tür “geleceğe dönüş saati” diyorum ben yeni oyuncağıma…
Klasik kum saati zamanın ve yaşamın aktığını gösterirken bu “saat” aslında önümde yaşayacak daha çok zaman olduğunu anlatıyor sanki bana…
Şu ya da bu nedenle ertelediğim, çoğu kez ne zamana ertelediğimi bile bilmediğim bir çok şeyi yapmak için önümde yeterli bir zaman olduğunu gösteriyor…

Geleceğe dönüş
“Kaybolan yıllara” hayıflanmak yerine önümdeki yılları kazanmam gerektiğini gözümün içine sokuyor.
Cebimdeki bir tomar anahtardan hangisini bu anahtarlığa takacağıma karar verememiş olmamın nedeni de bu aslında.
Mevcut anahtarlarım bildiğim, bilinçli bir kararla şu an sahip olduğum kapıları açıyor bana. Arabamın, evimin, odamın, çekmecelerimin anahtarları bunlar.
Şimdiki zamanı ifade ediyorlar bana…
Oysa bu anahtarlığa daha önce hiç açamadığım kapıların anahtarını takmalıyım diye düşünüyorum. Açmayı düşünmediğim, açmak istediğim halde açamadığım, ıskalanmış kapıların anahtarlarını…
Bu şarkıdaki gibi “kaybolan yıllarımı geri aldığımda” yapacaklarıma işaret etmiyor. Çünkü tıpkı şarkıdaki gibi onları geri aldığımda “tek bir söz söylemeye bile hakkım yok”…
O benim hayatımdı, yaşadım, pişman olmadım..
Ama hayallerim sadece yaptıklarımla sınırlı değil elbette… Böyle olsaydı bunun insan aklına, zekasına ve hayal gücüne hakaret olduğunu düşünürdüm.

Tersine düşünceler…
Ama yaşamımın geride kalan bölümü hayallerimin gerçekleşmesine yeterli bir zamanı tanıyabilir, saate baktıkça bunu düşünüyorum.
Bu klasik bir “bugün geride kalan hayatınızın ilk günüdür” yazısı değil, olmamalı…
Gary Larson’un bir karikatürünü hatırlıyorum. Cehennemin kapısında dikilmiş bir zebani, önündeki büyük kuyrukta bekleyen her cinsten insana “Bugün geride kalan hayatınızın ilk günü, tadını çıkarın” diyordu.
Saatin bana düşündürttüğü böyle bir “kalan zamanın ilk günü” kavramı değil. Tam tersine yukarıya doğru koşturan turuncu kum taneciklerini seyrederken ölüme her geçen an biraz daha yaklaştığımı değil, hayallerimi gerçekleştirebilecek çok zamanım olduğunu gösteriyor…