Amerika ve Kanada’nın bazı önemli kentlerindeki elektrik kesilmesinin yarattığı şoku, televizyonlarımızdan naklen izledik.
Bütün dünyayı kendince bir düzene sokmak isteyen bir gücün, basit bir arıza karşısında nasıl acze düşebildiğini gördük.
Eminim ki birçok kişi televizyondaki görüntüleri izlerken gülümsemesine de engel olamadı.
Özellikle bizimki gibi ülkelerde yaşayan insanların, bu dehşet verici çaresizliği anlamakta güçlük çektiklerini kolayca tahmin edebiliyorum.
Dev hastanelerin, metroların, koca gökdelenlerin yapımı sırasında yedek bir enerji kaynağına ihtiyaçlarının olabileceğinin düşünülmemiş olması, biz Türklerin anlayabileceği bir şey değil.
Gördük ki bizim tek hatlı İstanbul Metrosu’nun bile gerektiğinde kendisini üç saat idare edebilecek yedek bir enerji kaynağı var. Büyük hastanelerimizde elektrik kesilmesi, ABD’de olduğu gibi bütün faaliyetlerin durmasıyla sonuçlanmıyor. Jeneratörler, elektrik kesilmelerinin büyük binalarımızda hissedilmeden geçiştirilmesini sağlıyor.
Sebep, ‘aşırı güven’di
Yedek enerji kaynaklarının metro, hastane gibi önemli tesislerde düşünülmemiş olmasının nedeni elbette parasızlık değil.
Bu tablo tek başına ABD’nin bugünkü dünya politikasının ardındaki ruh durumunu da gösteriyor diye düşünüyorum.
Buna kısaca kendi gücüne aşırı güven diyebiliriz.
Öyle bir güven ki, elektrik sisteminin bir gün arızayla felç olabileceğine bile ihtimal vermiyor..
Öyle bir güven ki, askeri gücüne dayanarak dünyanın değişik yerlerindeki düzeni değiştirebileceğine inanıyor.. İkinci bir oyun planı geliştiremiyor, geliştirmeyi belki akıl dahi etmiyor.
Öte yandan New York’taki elektrik kesilmesinden sonra televizyonlara, gazetelere yansıyan görüntülerin biz öteki ülkelerin halklarına öğretebileceği şeyler de var diye düşünüyorum.
Elektrik kesilmesinin hemen ardından ortaya çıkıveren “gönüllülerin” hasta, yaşlı ve çocuklara yardım ettiklerini, trafiği düzenlemeye çalıştıklarını, su dağıttıklarını da hayretle izledik.
Kamusal gücün doğrudan doğruya çok zorda kalanlara yardıma yöneldiği bir ortamda, kamu düzeninin bozulmaması için ikincil nitelikteki işlerin gönüllüler tarafından kolayca yapılabildiğini gördük.
Cep telefonlarının çalışmadığı 12 milyonluk bir kentte, umumi telefon kulübelerinin önündeki kuyrukların düzenli olabileceğini, kimsenin kimsenin sırasını almaya çalışmadığını biraz da şaşkınlıkla izledik.
Biz de ders almalıyız
Benzeri bir “gönüllü” müdahalesini New York yakınlarındaki bir köyde Salih Memecan’ın evine gittiğimde yaşamıştım.
Sabah erken saatte başlayan ve akşama kadar İstanbul’a bir haftada yağabilecek kadar yağan kar her yolu tamamen kapamıştı. Kar yağışı durur durmaz ortaya çıkan gönüllüler, kendilerine ait araçlarla bütün yolları kısa sürede açabildiler ve kimse bir yerde mahsur kalmadı.
Yaklaşan büyük bir deprem korkusuyla ve çoğu kez bu korkuyu telaffuz etmeye bile korkarak yaşayan bizlerin alacağı önemli bir ders var burada.
Halkın kendi sivil örgütlerinin önderlik yapabileceği bir “gönüllü” düzeni kurmamız gerekiyor.
Bir felaketle karşılaşıldığında ortada kalabilecek çocuklara bakabilecek, evlerine ulaşamayanlara yardım edecek, yardımların ulaşabilmesi için yolları açık tutabilmek amacıyla trafiği düzenleyebilecek bir gönüllüler ordusu..
Amerika’nın düştüğü durumla dalga geçerken, bunları düşünmeyi de ihmal etmemeliyiz.