Sorun yetkide değil uyumda
27 yılı bulan gazetecilik yaşamım boyunca siyaset sahnesinde gördüğüm en uzun süreli tartışma “Cumhurbaşkanının yetkileri” konusu oldu.
Hemen hemen bütün başbakanların bundan şikâyetçi olduğunu hatırlıyorum.
Çok renkli “864 rakımlı tepe” tartışmalarından tutun da “Çankaya noteri” tartışmalarına kadar bir dizi laf kalabalığı..
Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’in, Turgut Özal’ın, Tansu Çiller’in, Mesut Yılmaz’ın ve şimdi de Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin çokluğundan söz ettiğine tanık oldum.
İşin ilginç tarafı başbakan oldukları dönemde Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinden yakınan ve gündeme Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini “by pass” etmek gibi konuları da getiren Süleyman Demirel ile Turgut Özal’ın, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu konuyu hiç ağızlarına almadıklarını da biliyorum.
Aynı şekilde, göreve seçildiğinde Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin fazlalığından ve sistemin sağlıklı işlemesi için bu yetkilerin bir bölümünün sınırlanması gerektiğinden söz eden Ahmet Necdet Sezer’in de yetkilerini gerekli gördüğünde kullanmaktan çekinmediğini biliyoruz.
Eğer bazı çevrelerin öngörüleri doğru çıkar da bir gün Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiğini görecek olursak, onun da bugün şikâyet ettiği yetkileri kullanmakta tereddüt etmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
‘Seçilmiş padişah’ tehlikesi
Hükümetler kendilerince çok önemli gördükleri bazı icraatların Cumhurbaşkanı tarafından veto yoluyla ya da kararnamelerin geri çevrilmesi şeklinde engellendiğini düşünebiliyorlar.
Böyle olduğunda da bugün olduğu gibi ilk akla gelen şey Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin sınırlandırılmasını gündeme getirmek oluyor.
Cumhurbaşkanı, anayasada kendisine tanımlanan görevin gereği olarak devletin organlarının birbirleriyle uyum içinde çalışmasını sağlamakla yükümlü.
Bu yükümlülük, hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki uyumu gözetmesini de zorunlu kılıyor.
Bugün temel siyasi görüşleri Cumhurbaşkanı ile çelişen bir hükümet iktidarda.
Bu durum, bu uyumun sağlanmasında giderek daha büyük güçlükler de yaratıyor, bunu hep birlikte izliyoruz.
Bunu sağlamanın yolu Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini iyice sınırlandırmak ve onu salt bir temsil makamı haline getirmek midir?
Sanırım doğru yol bu olmamalı.. Çünkü bu yöntem, başbakanları seçilmiş padişahlar haline getirme tehlikesini de içinde barındırıyor.
Çünkü Türkiye’de parlamenter sistem, sistemin gerektirdiği biçimde işlemiyor.
‘Zirve’de kavga olmamalı
Parti disiplini, kaynağını parti içi demokrasiden değil, parti liderliğinin tartışılmaz gücünden alıyor.
Yasama organı TBMM ile yürütme organı hükümet adeta iç içe geçmiş durumda ve parlamentonun hükümetin yönetimine girmesi gibi sistemin özü ile bağdaşmayan bir durum var.
Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın normal parlamenter bir düzen içinde fazla gibi görünen yetkileri, sistemin bir sübabı olarak görev yerine getiriyor.
Bu tablo içinde sorun, hükümet ile Cumhurbaşkanı’nın uyumlu çalışmasını sağlamakla ilgili.
Bu da devletin zirvesinde küslükler ve kırgınlıklarla ve bunun üzerine körükle gitmekle değil, yeni bir diyalog zemini yaratmakla sağlanabilir.
Bugün iktidarda olan görüşün yarın muhalefette olabileceğini ve her iktidarın anayasal yetkileri kendince tarif etmesinin yolunun açılmasının doğru olmayacağını unutmamak gerek.
Önemli olan sistemi işler halde tutabilmektir. Bu da kavgayla olmaz.