Aşkımı bir sır gibi…
Bugünün Sevgililer Günü olarak ülkemizde de kutlanmasında Hıncal Uluç ile birlikte oynadığım rolü anlattığım yazı yayımlandıktan sonra şöyle bir e-posta aldım: “İyi halt etmişsiniz, bu fakir millet şimdi bir de gül ve hediye derdine düştü!”
Fakir olmakla, birisine sevdiğinizi söylemek ve aşkınızı ona sürekli hatırlatacak bir armağan vermek arasında nasıl bir ilişki kurulabileceğini anlayabilmiş değilim.
Geçen akşam CBS televizyonunda “en çok ilgi gören Sevgililer Günü hediyeleri” başlıklı bir haber izledim.
En çok tercih edilen hediyeler listesinin birinci sırasında “elde yapılmış bir tebrik kartı” yer alıyordu. Maliyeti neredeyse “0” sayılacak bir armağan… Ama yapmak için vakit ayıracağınız, içinizdeki yaratıcılıkla aşkınızı birleştirip bizzat yapacağınız bir kart…
İkinci sırada da satın alacağınız bir karta özel bir şeyler yazıp, sevgilinize armağan etmek vardı. Kartpostal fiyatlarını bilmiyorum ama çok pahalı olmayacağını da tahmin ediyorum. İlk beş içinde en pahalı hediye bir kutu “çikolata”ydı. İlk on içinde de insanın cüzdanını zorlayacak tek hediye seçeneği “iç çamaşırı”ydı.
Aşk gibi ruha dolan bir hediye…
Bir tek gül, bir kaset, bir cd gibi herkesin her an ulaşabileceği türden ürünlerdi listede yer alan armağanlar…
İstanbul’dan yazan bir okuyucum da “bir sevgilisi olsaydı” ona bir şarkı armağan etmek isteyeceğini yazıyordu. Aşk gibi ruha dolan, dinlendiği zaman insanın içini ürperten, her yerde söylenebilen, telefonda dinletilebilen bir şarkı… Ya da onun parfümünü sürerek işe gitmek ve bunu yapmanın onu yanında hissettirdiğini hararetle anlatmak…
Elbette çok parası olanların diledikleri her şeyi armağan etmelerine bir itirazım yok. Ama bunu bir hediye çılgınlığına çevirmek de sanıyorum sadece bize özgü bir durum olmalı.
Erkeklerin de günü
Dikkatimi çeken bir şey daha var: Bu tür özel günlerin kutlanmasında erkeklerden daha çok özen göstermesi bekleniyor. Sanki Sevgililer Günü sadece kadınlar için düşünülmüş gibi bir algılama var. Evlilik yıldönümlerinin de eşlerden erkek olanından ziyade kadına ait özel bir gün olarak algılanmasına benziyor bu durum.
Bunun için de kadınları suçluyor değilim. Toplumumuzda erkek olmak biraz da incelikten ve duyarlılıktan yoksun olmakla eş tutuluyor. Erkekler duygularını açıklamakta, onu ortaya koymakta daha çekingen davranıyorlar. Özellikle kalabalık ortamlarda erkeklerin bu tür duygusuzluk gösterilerinde bulunması bir espri konusu olarak genel kabul görüyor ve erkekler de kendilerine biçilen bu rolü çoğu kez hiç rahatsız olmadan oynuyorlar.
Bu nedenle özel günlerin hatırlanması, erkeklerin “insani özlerine dönmeleri” için bir vesile gibi görülüyor sanıyorum.
‘Yoruma açık’
Benim de bugün bütün sevgililere vermek istediğim bir armağan var. Köşemde gördüğünüz bu tablo Rene Magritte’in ve “The Lovers” adını taşıyor. Şu sıralarda New York Metropolitan Müzesi’nde sergileniyor.
Aşk üzerine yazılabilecek binlerce yazıya bedel bir resim bu. Tabloyu herkesin kendince yorumlayacağını ve bundan yaşamı ve aşkı için sonuçlar çıkarabileceğini düşünüyorum.
Yazının başlığına gelince… Herkesin hatırlayabileceği bir şarkı bu: Aşkımı bir sır gibi, senelerdir sakladım / Geceleri rüyamda ismini sayıkladım…
Aşkını hep bir sır gibi saklayıp, bir türlü dile getiremeyenlerin artık uyanması için yazıyorum bu şarkıyı da… Vakit çok geç olmadan ne yapacaklarsa yapsınlar diye…