Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Aşkın ömrü kaç yıldır?

  Dün yeni çıkan kitaplara bakarken “İşte” dedim kendi kendime, “bu yılın en çok satmaya aday kitabı bu olmalı.”

Kitabın adı, çok satan bir roman yazmak isteyen birisinin rüyalarını süsleyecek kadar kışkırtıcı: Aşkın Ömrü Üç Yıldır! (Frederic Beigbeder, Doğan Kitap, Çeviren: Renan Akman.)
Günlük işlerden kurtulup roman yazarak geçinebilmeyi hayal eden birisi olarak romanların ilk cümleleri hep ilgimi çeker. Şöyle başlıyordu roman: Aşk daha başlamadan kaybedilmiş bir savaştır.
Böyle kesin hükümlerden ve genellemelerden nefret ederim.
Herkesin ayrı bir öyküsü olduğuna, her öykünün kendi içindeki gelişmesinin ayrı olduğuna, kimsenin aşkının kimseye örnek olamayacağına inanırım.

Hayır, böyle olamaz!
Beigbeder, romanının hemen başında, her şeyin ilk günlerde inanılmaz güzel olduğunu anlatıyor. İkinci yıl, işlerin değişmeye başladığına, müşfikleşmeyle birlikte eşinizle bir arkadaş olmaya başladığınıza değiniyor. “Üçüncü yıl, sokakları aydınlatan çıtır kızlara bakmamak için kendinizi tutamazsınız artık. Karınızla lokantada karşı karşıya oturup saatlerce yan masadakilerin konuşmalarını dinlersiniz” diye devam ediyor. Üçüncü yıl artık aşk ölmüştür.
Kitap, eve gitmek için bir torbanın içine doğru süzülürken kendi kendime “Aşk bu kadar kısa ömürlü olmak zorunda değil” diye düşündüm.
Ben aşkın esasen kendini her zaman yeniden üretebileceğine inanırım.

‘Tehdit’ler hep var ama…
Evet, ilk günlerdeki havai fişek patlamalarını andırır mutlulukların sayısında giderek bir azalma olabilir.
“Sokakları aydınlatan çıtır kızlar”ın (ya da yakışıklı erkeklerin) varlığı her zaman ciddi bir tehdittir elbette. Ama insanı bu çekimden koruyan güç de zaten en başında aşkın varlığıdır.
Bence aşkın kısa sürede bitip tükeneceğine inananların ilk başta hissettikleri ve aşk zannettikleri duygu çok farklı bir şey olmalı: Tutku, hoşlanma, şehvet… Doyurulmaları mümkün olan ve bir kez tatmin edildiler mi kolay kolay yeniden canlanamayan duygular.

Oysa aşk dediğin…
Oysa gerçek aşk böyle değildir. Sevgiliniz bir çekim merkezi olur ve bütün dünya onun etrafında dönmeye başlar, üç beş yılda da bu çekimden kaçılamaz…
Dümdüz yükselen bir çizgi üzerinde seyretmek zorunda da değildir. İnişleri, çıkışları hep vardır. Kişilik farklılıklarının yarattığı zıt duygularla beslenir, birbirinin içinde erimeye varacak bir kaynama noktasına doğru ilerler.
Bundan sonrası gerçekten ‘sakin bir liman’dır. İçinde huzuru bulacağınız, dışına çıkmayı asla istemeyeceğiniz bir liman…

Zengin duygular denizi
O limanda, oturup saatlerce konuşmak gerekmez. Sevgilinizin saçını geriye doğru atışı, şarap bardağına küçük parmağını batırıp karıştırması, kokusunun hafif bir esinti gibi odalara yayılışı sizi mutlu eder. Büyük patlamalar olmaz belki ama bu en küçük hareketler bile size yaşadığınızı hissettirir, başka bir dünyanın var olamayacağını düşündürür. İşte aşk budur ve bir kere ona yakalanmayı başarırsanız, zengin duygular denizinin içine girmişsiniz demektir.
“Peki aşk bitmez mi hiç?” diye soracaksınız eminim. Ne yazık ki bitebiliyor. Gerçekten şanslıysanız yenisini bulma olanağınız da her zaman var elbette.